Yaklaşık 1.5 sene önce katıldığım dostane bir yemekte bulunan Lübnanlı bir milletvekili beyefendi masada bulunanlara “Türkiye bizlere yardım etmeli ve desteklemeli; Lübnan karışabilir.” minvalinde sözler söylemişti. Bu destek arayışının altında yatan motivasyon ise vekilin Sünni olması idi. Lübnanlı vekil masada bulunanlara Türkiye’nin de Sünni olduğunu hatırlatıyor ve İran ile Suriye’nin Lübnan’daki etkisine dikkat çekiyordu. Neyse ki masada bulunan herkes Türkiye için mezhepsel bir politika izlemenin doğru olmayacağı ve Türkiye’nin bölgemizde böyle bir siyaset izlememesi gerektiği konusunda hemfikirdi.
Girizgâhını bu küçük anı ile yaptığım bu yazının Libya ve Lübnan olmak üzere iki meselesi var: İlki, Türkiye’nin Akdeniz’deki gücünü arttırmak adına yaptığı ve arka planında müthiş bir stratejik zekâ yatan, Libya hamlesi; ikincisi ise yıllardır bölgede karışacağı herkesçe beklenen İran ve Lübnan ikilisinden Lübnan meselesi. Elbette ki bu ülkelerin karışmaması ve kaosa teslim olmaması temennimiz. Ancak bu iki ülkenin kendi dinamiklerini incelediğimizde köklü reformlar yapılmazsa bu kaos maalesef sürpriz bir şey olmaz, aksine herkesçe öngörülebilir. Bu sebeple sosyal medya tabiriyle “vaziyet almamız”/”konum almamız” gerekmektedir. Açıkçası bana göre, Lübnan Akdeniz’de Türkiye’nin gücü noktasındaki “kilit adım” olma potansiyeli taşımaktadır. Türkiye’nin şu anda Akdeniz’de Libya hamlesi ile oldukça önemli hale gelen ve güçlenen pozisyonu Lübnan’ı yanımıza çekmemiz ile sabit hale gelebilir:
Öncelikle Akdeniz’de ülkemizin hamlelerinden en önemlisi olan Libya hamlesine göz atalım:
Türkiye yıllar önce hazırlanan bir raporla, Libya’da uluslararası hukuktaki meşru hükümete destek verdi ve başarılı oldu. Adeta ülkesinde terör estiren darbeci Hafter ve BAE, Suudi Arabistan gibi uluslararası destekçileri ise kaybeden tarafta yer aldı. Burada bu başarıdaki kahraman istihbarat mensuplarımızı anmadan geçmek büyük haksızlık olur. Çünkü Libya’da Türk İstihbaratı; hem stratejik zekasını gösterdi hem Hafter’i ülke içinde ve uluslararası kamuoyunda yalnızlaştırarak diplomatik zekasını gösterdi hem de meşru Libya UMH güçlerine sahada verdiği destekle sahadaki becelerini göstermiş oldu. Öte yandan SİHA ve İHA’larla havadaki üstünlüğümüzün tüm dünyada yarattığı şaşkınlığı ve hayranlığı da burada muhakkak vurgulamamız gerekir. Sonuç itibariyle Türkiye; Libya’da oldukça başarılı ve stratejik bir hamle yaptı.
Şimdi ise yakaladığımız bu üstünlük psikolojisini propagandaya yansıtabilmemiz lazım. Özellikle Türkiye ile gittikçe ilişkileri gerilen Mısır başta olmak üzere Arap dünyasında git gide yaygınlaşan anti-Türkiyecilik ve anti-Erdoğancılık propagandalarına karşı atağa geçmeliyiz. Bunu zaten yaptığımızı aslında biliyorum ancak yeterli olmadığının da farkındayım. Türkiye, bu anlamda daha çok meşruiyet ve hukuka uygunluk üzerinden propaganda yapıyor. Elbette Türk Hükümetinin politikalarının meşruluğu ve hukuka uygunluğu anlatılmalı ancak bu yeterli değil. Enformasyon araçları kullanılarak özellikle de kitlelerde psikolojik üstünlüğü ele geçirebilmemiz gerekiyor. Bunun için de geleneksel enstrümanlar değil profesyonel enstrümanlar kullanılmalı. Bu anlamda Türkiye’de özellikle siyasal PR şirketlerinin artması şart. Çünkü maalesef bu anlamda hâlâ önemli düzeyde eksikliğimiz bulunuyor.
Şimdi asıl meselemizi ele alalım:
Türkiye eğer Akdeniz’de etkisini arttırmak ve kesinleştirmek istiyorsa -ki bu bir istek değil ülkemiz için bir zorunluluktur- Libya meselesindeki başarısını Lübnan ile dostluğunu arttırarak ve Lübnan’daki gruplar üzerinde etkisini arttırarak sürdürmelidir. Bu anlamda Lübnan’ın oldukça karmaşık demografik yapısı pek çok ülke için bir dezavantaj olsa da Türkiye için bu durum avantaj olabilir. Çünkü Türkiye demokratik ve seküler bir cumhuriyet olarak çoğunlukla kimliklerin ötesine geçebilmiş politik yapısı ile bu bölgedeki ülkeler için doğal bir rol model ülkedir. Ve Türkiye, bu anlamda Lübnan’a ciddi destek olabilir; özellikle de karmaşık politik yapısının ve istikrarsız ekonomik yapısının düzeltilmesi noktasında. Çünkü, Lübnan’da büyük-küçük demeden bütün politik karmaşadan kaçmak isteyen yeni bir kuşak var. Ve bu kuşağın isteklerinin bir sonucu olarak da bugün Lübnan’da bir teknokratlar hükümeti görevde; Lübnanlılar artık rahatlık istiyor, ekonomik refah istiyor. Demokratik ve huzurlu bir toplumsal yapı arzuluyor.
Diğer yandan tüm bu arzuların sonucu olarak kurulan teknokrat hükümetin bile bakanlar kurulu dağılımı demografik ve kimliğe dayalı olarak kurulunca bu durum bir tepkiye ve hayal kırıklığına yol açtı. Yerleşik adetlerin bir anda kırılmayacağı açık ancak halk bu yerleşik düzenden ciddi anlamda bıkmış durumda.
Bunlara ilaveten Lübnan’da zaten oldukça bozuk olan ekonomik durum Covid-19 salgınının etkisiyle daha da kötüleşirse bu durumun büyük çaplı kaoslara yol açabileceğini de öngörebilmek lazım. Çünkü ortaya çıkan bu hoşnutsuzluğu kaosa çevirerek Lübnan’da gücünü arttırmak için kullanacak ülkeler var. Ne yazık ki Lübnan siyaseti sadece Lübnanlılardan ibaret değil; İran, Suriye ve İsrail Lübnan üzerinde yumuşak güçlerini arttırabilmek için çok ciddi para ve güç harcamaktalar. Özellikle Suriye ve İran; Lübnan’daki uydu güçleri vasıtasıyla ciddi bir etki kurabilmiş durumda.
Ruslar ise ABD ile enerji üzerinden Lübnan’da bir rekabet yaşıyor ve üstünlüğü ele geçirmiş vaziyette. Çok geçmeden, Libya’da, Ukrayna’da, Suriye’de zaten bulunan hatta çevre ülkelerde eğitim kamplarının olduğu düşünülen Rus Wagner Askeri Şirketi’nin Lübnan’da da görülebileceğini düşünmek gerekir. Öte yandan son zamanlarda Lübnan’da tartışılan ve Nasrallah’ın işaret ettiği Çin ise Lübnan’da yeni ve etkili bir güç olarak karşımıza çıkabilir. Ancak burada hemen belirtmemiz gerekir ki Lübnan ne Suriye ne de Libya gibi olamaz; Suriye ve Libya meselelerinde oldukça pasif kalan İsrail’in Lübnan’da aynı pasiflikte kalmayacağını kestirmek hiç de zor değil.
Şimdi ise Türkiye ekseninde Lübnan’a bakalım:
Aslında bu yazıda Lübnan özelinde bir analiz yapmış değiliz. Lübnan siyasetini ve tarafları; tarafların pozisyonlarını incelemedik. Daha genel bir perspektiften, genel bir bakış açısıyla bazı hususlara değindik sadece. Dolayısıyla Türkiye’nin Lübnan siyaseti noktasında, en azından bu yazıda ayrıntılı bir analiz yapmayacağız. Genel hatlarıyla, az evvel strateji dediğimiz ancak teknik olarak Türkiye’nin Akdeniz Stratejisi’nde birer taktik olan; Libya, Suriye ve Lübnan’ın genel stratejik çerçeve dahilinde hesaplanması gerektiğini belirtmek uzun vade için yeterli olacaktır. Yakın vadede ise Türkiye’nin Lübnan’da ve Arap dünyasında belirleyeceği bir doktrin çerçevesinde taraftar toplaması ve sempati/onay düzeyini öncelikle kitleler üzerinde arttırması acil olarak önemlidir. Siyasette, konjonktürel değişikliklerle ilgili görüşlerimiz saklı kalmak kaydıyla, Türkiye’nin şu anda Lübnan’da olabildiğince ihtiyatlı olması ve Lübnan’ın dış müdahalelerden korunmak için güvenlik yapısına destek olması düşünülebilir. Akdeniz’de kilit adım Türkiye için Lübnan olabilir. Bu nedenle Lübnan siyaseti çok teknik bir şekilde belirlenmeli, ilişkiler geliştirilmeli ve hazırlanan plan bir an evvel titizlikle uygulanmalıdır.
Haldun Barış barishaldun @ gmail.com