Kavala (Gezi) Davası’nın sanıkların beraat etmesiyle sonuçlanması benim için sürpriz olmadı. Bu dava başka bazı davalar -mesela Büyükada Davası- gibi sağlam bir dava değildi. Olağan şartlarda beraatla sonuçlanması gerekirdi ve öyle oldu.
Beraat kararı üzerine bazıları Gezi güzellemeleri yapmaya başladı. Başka bir kesim ise Gezi’de kamu malına zarar verildiğinden, sanıkların Gezi’yi organize ettiğinden bahsederek beraat kararını çok yanlış ve haksız bulduğunu ifade etti.
Gezi üzerine çok yazdım. Tekrar uzun uzadıya konuyu ele almaya -en azından şimdilik- niyetim yok. Yine de, geçerken değinme kabilinden, birkaç cümle ile görüşlerimi tekrar belirteyim. Gezi çok yüzü olan bir hadiseydi. Zaten bu sayede her yaklaşım kendi önemli gördüğü tarafı veya tarafları öne çıkartıyor ve diğerlerini es geçiyor. Gezi’nin yüzleri arasında polisin aşırı şiddet kullanması, ifade özgürlüğünün bir parçası olarak protesto hakkının zaman zaman engellenmesi gibi şeyler vardı. Keza, iktidarın Gezi öncesinde biriken sert ve hayat tarzlarına müdahale anlamına gelmese de müdahale edilebileceği izlenimi doğuran söylemlerinin de Gezi’de mutlaka etkisi oldu. Bunları görmek lazım. Ama aynı Gezi’de alan ve sokak işgalleri, devletin resmî güçlerine ve bazen sivil vatandaşlara karşı şiddet kullanılması, özel malların ve kamu mallarının tahribi gibi şeyler de vardı. Bunları da görmek lâzım. Günlük siyasî çekişmelerin dışına çıkıldığında ve geniş perspektiften bakıldığında ise Gezi’deki ana problem demokrasinin usul kurallarını reddetmek ve seçimle gelmiş meşru iktidarın insan haklarına ilişkin olmayan -yani sıradan- bir konuda aldığı kararı uygulamasının şiddet yoluyla engellenmek istenmesi de vardı. Devlet yer yer aşırı şiddet kullandı elbette, ama devlet pratiğimiz ve olayların boyutları düşünüldüğünde bu da şaşırtıcı değildi. Esas itibariyle, bırakılmak istenen izlenimin aksine, kendisine dayatma yapılmak istenen hükümetti, hükümete kendi dediğini yaptırmak için şiddet kullanan ve Gezi’ye başka niyetlerle gelmiş olan çevreleri de istismar eden ise -Taksim Dayanışması, TMMOB gibi- Gezi bileşenleriydi.
Bunları bir yana bırakalım. Gezi’nin de dahil olduğu süreçte Türkiye’de özgürlük güvenlik dengesi özgürlük aleyhine bozuldu. Çok sayıda demokrasi dışı ve gayri meşru saldırı ile karşılaşan iktidar pek da şaşırtıcı olmayacak ve muhtemelen her iktidarın yapacağı şekilde hemen her meseleyi bir güvenlik meselesi olarak görmeye başladı. 15 Temmuz kalkışması her şeyin üstüne tuz biber ekti. Bu ortam içinde kamusal işlerin ve yargısal süreçlerin olağan şartlar altında olduğu gibi yürümesini beklemek hayaldi. Nitekim öyle olmadı da. Bırakın Türkiye’yi hiçbir ülkede bu olamazdı. Yargı sicili çok sağlam olmayan ve yargısal yapılanması FETÖ tarafından çökertilmiş olan Türkiye’de iktidar özellikle 15 Temmuz darbesinden sonra haklı bir meşru müdafaa ve demokrasiyi koruma çabası içine girerken yargının işleyişinde de bu işlerle ilgilenen hiç kimseye yabancı olmayan hatalar ortaya çıkmaya başladı.
Bu hataların ne olduğu belli. Ergenekon yargılamaları sırasında da bunlara dikkat çekmiştim. Âdil yargılama sanıkların şayialara değil somut delillere dayanarak yargılanmasını gerektirir. Kamuda suç işlendiği yolunda yaygın da olsa bir kanaat olması isnat edilen suçun gerçekten işlendiğini kanıtlamaz. Yargılamalarda sanıklardan delillere değil delillerden sanıklara gitmek gerekir. Deliller bir yorum veya kanaat olarak değil somut belirtiler ve varlıklar olarak vücut bulmalıdır. Benzetmelerle akıl yürütmelerle, gerçekliği kanıtlandırılamayan irtibatlandırmalarla sanıklar mahkûm edilemez. Ne yazık ki Kavala Davası’nda bu problemlerin hepsi vardı. Daha da kötüsü tutuklu yargılamaydı. Ergenekon davaları hepimize tutukluluğun cezalandırmaya dönüşmemesi ve kural olarak yargılamanın tutuksuz yapılması gerektiğini göstermişti. Maalesef buna uyulmadı. Kavala davası sanıklar tutuklanmadan görülseydi bu kadar mağduriyet yaşanmamış olurdu. Kavala aylarını boşu boşuna hapiste geçirmezdi. Şimdi kaybettiği ayları kim nasıl telafi edilecek?
Diğer taraftan ben yargılamalarda yapılan hataların her zaman ve her durumda iktidarın müdahalesinden hasıl olduğu fikrine katılmıyorum. Yargı sistemimizin bilinen sıkıntıları yanında olağanüstü süreçler yaşamanın da bunda önemli payı olduğuna kaniyim. Benzer durumlara dair dış dünyadan örnekler bulmak kolay. Bunu söylemekten kastım yanlışlıkları haklı ve hafif göstermek değil. Sorunu tüm boyutlarıyla ve abartmaya ya da küçültmeye gitmeden görmenin önemine ve değerine dikkat çekmek.
Kavala Davası kararının Türkiye’nin normalleşme yoluna girmesinin bir sonucu olmasını ya da Türkiye’nin normalleşme sürecine girmesine katkıda bulunmasını diliyorum. Ancak ben bu yazıyı tamamladıktan hemen sonra Kavala hakkında 15 Temmuz darbe girişimi soruşturması nedeniyle gözaltı kararı verildi. Henüz ayrıntıları bilmiyorum ama yeni bir yargısal hatanın ortaya çıkıyor olması ihtimâli kuvvetli. Böyle bir soruşturma için üç yıldan faza beklenmiş olması ve soruşturmanın beraat günü başlatılması, daha önce başlatıldıysa gözaltı kararının beraat kararının hemen peşinden alınması rahatsızlık verici ve işkillendirici bir durum. Umarım yanlış yapılmaz, yapıldıysa fazla ilerlemeden durdurulur, düzeltilir.