Anayasa değişikliği paketi özellikle MHP’yi zorluyor. AK Parti’nin teklifinde ‘topa girmeyerek’ işi gelecek Meclis’e havale etmek ikna edici bir siyaset değil. Üstelik bu, içinde MHP’nin de bulunduğu mevcut Meclis’in meşruiyetini zedeleyici bir tez.
Anayasa’yı değiştirme sürecine olumlu katkıda bulunmayan bir MHP, istese de istemese de kendini CHP ve yargı oligarşisinin yanında konumlandırmış olacak. Partinin tepesi bundan rahatsızlık duymayabilir, fakat tabanının en azından bir kısmına bunu anlatmakta zorlanacaklar.
Aslında MHP’nin sorunu daha derin. MHP tabanında sosyolojik bir deprem yaşanıyor. İç Anadolu’nun muhafazakâr, eğitim ve gelir düzeyi düşük, ama toplumsal mobilizasyon talebi yüksek kesimlerinden Akdeniz hattında, Kürt sorununa tepkili, eğitimli, kentli ve laik kitlelere açılıyor. Muhafazakâr-milliyetçi bir partiden laikçi-milliyetçi, yani bildiğimiz ismiyle ‘ulusalcı’ bir harekete doğru evriliyor MHP.
Ancak partinin ‘geleneksel taban’ı yönetiminde temsil edildiğinin çok ötesinde hâlâ MHP’nin arkasında. Tabanın bu kesimi AK Parti’ye yakınken, parti üst yönetimi ve Meclis grubu ‘ulusalcı’ yeni kitlelere ve CHP’ye daha yakın görülüyor.
Sorun, MHP’nin hangi toplumsal kesimlere yöneleceği ve nasıl bir siyasal söylemi esas alacağı.
Son yıllarda sanırım parti yönetiminde egemen olan görüş şu: ‘Türkiye hızla dönüşüyor. Gelecek, kentli, eğitimli kesimlere ulaşmakta. Dolayısıyla partinin geleneksel köklerine ve tabanına kilitli kalmaktansa yeni sosyal kesimlere açılmak siyaseten daha doğru. Zaten ‘derin Anadolu’nun muhafazakâr, dindar kesimleri AK Parti’de karar kılmış vaziyette’.
Böyle bir akıl yürütme MHP’nin son yıllardaki kimlik ve politikalarına damgasını vurdu; yeni sosyal kesimlere, siyaset diline ve duyarlılık türüne doğru yönelişin gerekçesini oluşturdu. Bu analizde unutulan ise yönelinen bu toplumsal kesimlerin ve onların siyaset dilinin başka temsilcilerinin olduğuydu. Devletçi, Kürt ve İslami kimlikten ürken, bunların zorladığı değişimden korkan, bu iki korkudan ‘ulusalcı’ tepkiler oluşturan kesimler aslında CHP’nin doğal, kemik tabanıydı.
MHP, CHP’ye yanaşarak yanlış bir tercih yapıyor. Çünkü bu, dar bir alan. CHP’yi bile iktidar alternatifi yapamayan bir toplumsal zeminden ve siyasal duruştan söz ediyoruz. MHP’nin ‘laik, kentli, eğitimli’ kesimlere yanaşma stratejisinin geleceği yok.
Üstelik statükoya demirleyen, değişime direnen CHP’ye benzemekle AK Parti’yi değişimin öncülüğü rolünde iyice yalnız bırakıyorlar. Bu anlamda ikisinin de AK Parti’den oy çalması neredeyse imkânsız. Rakipleri AK Parti değil, birbirleri. Bu kadar birbirine benzeyen iki hareketten birisi diğerini yutacak. Tıpkı ANAP ve DYP gibi.
Bu çerçevede anayasa tartışmaları MHP için gelecek seçimler öncesi son fırsat; ya anayasanın değiştirilmesine direnerek CHP’nin saflarında yer alacak, ona biraz daha yakınlaşacak, ya da sürece destek vererek CHP’ye benzemekten kurtulacaklar.
Üç yıldır yazıyorum; MHP’nin AK Parti’ye alternatif olması mümkün. Çünkü, bir gün AK Parti seçmeni alternatif aradığında bunun için ‘sol’ veya Kemalist partilere değil, geniş anlamda ‘sağ-muhafazakâr’ seçeneklere bakacak. MHP ‘öte taraf’a yanaşarak bu imkânı ve ihtimali ortadan kaldırıyor, kendini yanlış yerde konumlandırıyor. ‘Muhafazakâr-demokrat’ AK Parti’ye karşı ‘milliyetçi-demokrat’ bir kimlik oluşturabilen bir MHP iktidar alternatifi olabilir(di). Ama bunu ısrarla yapmıyor, tam aksine laik-otoriter-statükocu ve ulusalcı bir kimliğe savruluyor.
MHP’nin yapması gereken, cumhurbaşkanı seçimi sürecinde olduğu gibi kendini büyük çoğunluğun yanında konumlandırması. Geleneksel çizgisindeki ‘toplumsal çevreyi temsil eden’ bir MHP Kemalist bürokrasiye, laikçi kentlilere ve statükocu CHP’ye yanaşan bir partiden siyaseten daha doğru yerde durur.
Devlet Bahçeli partisini, ‘baba-dede yadigârı CHP’ye benzetmekte bir beis görmeyebilir, ama Türkiye’nin iki CHP’ye ihtiyacı yok ki…
Zaman, 30.03.2010