Irak’taki son muharip Amerikan tugayı da “sorumluluğu” Irak güvenlik güçlerine terk ederek ülkeden törenle ayrılmış.
Bundan böyle Irak’ta yalnızda Tavsiye ve Yardım Tugayları adı altında 6 tugay kalacak, onlar da Irak askerini ve polisini eğiterek, onlara destek vereceklermiş.
Bu konudaki haberleri okurken, bir başka başlık çekti dikkatimi: The Guardian Gazetesi, Saddam Hüseyin döneminin en etkili ismi Tarık Aziz ile yedi yıldır tutuklu bulunduğu hapishanedeki hücresinde konuşmuş. Tarık Aziz’in ABD Başkanı Obama’dan tek bir isteği var: “Bizi böyle bırakıp gidemez. Irak’ı kurtlara teslim ediyor. Eğer bir yanlış yapmışsan onu düzeltmen gerekir. Irak’ı ölüme terk edemezsin.”
İşgalin iktidardan alaşağı ettiği adam, işgalcinin arkasından “Bizi böyle bırakıp gidemezsin” diye bağırıyor.
Ne kadar trajik değil mi… Ama biliyoruz ki şu anda Irak’ta milyonlarca insan, Amerikalılar çekildikten sonra başlarına geleceklerin korkusu içinde, işgalcilere bir kez daha lanet okuyor; bu defa da bırakıp gittikleri için…
Bilmem hatırlar mısınız; işgal öncesinde Amerikan Dışişleri Bakanı Colin Powell’ın Başkan Bush’a söylediği bir söz çok yankı uyandırmıştı. Söylendiğine göre Powell Bush’u uyarmak için şöyle demişti: “If you break it, you own it.” Yani, tıpkı dükkanlardaki gibi kırarsan almak zorunda kalırsın… Ne var ki Bush Powell’e aldırmadı. Züccaciye dükkanına giren fil misali girdi ülkeye; her şeyi kırdı döktü ve şimdi arkasında bıraktığı harabeye bakmadan gidiyor.
Şu anda elimde Lübnan asıllı ünlü yazar Amin Maalouf’un 2009’da yayınlanan son kitabı, “Çivisi Çıkmış Dünya” var. Maalouf dünyanın çivisinin çıkmasına sebep olan önemli dönüm noktalarından biri olarak sık sık, çeşitli boyutlarıyla söz ediyor Irak trajedisinden.
Bana en çarpıcı gelen bölümlerden biri de “demokrasi götürme harekâtı” batağa battıktan sonra; Batı’da, özellikle de kimi Amerikan çevrelerinde yapılan yaygın değerlendirmeyle ilgili söyledikleri… “Bize söylendiğine göre, ‘Amerikalıların hatası, demokrasi istemeyen bir halka demokrasi dayatmak istemesi'(…) Irak’ta olup biten şey aslında, ABD’nin demokrasi hayali kuran bir halka demokrasiyi getirememesidir. Iraklılar ne zaman oy verme fırsatı yakalasalar, yaşamları pahasına da olsa, milyonlarcası sandık başına gidiyor. İntihar saldırılarının ve bomba yüklü araçların tehdidi altında, seçim sandıklarının önünde kuyruk oluşturmayı kabul edecek başka bir halk var mı? Bu halkın mı demokrasi istemediği söyleniyor?”
Yazar, işgalin ilk haftalarından başlayarak Amerikan yönetiminin dinsel ya da etnik aidiyetleri temel alan bir temsil sistemini uygulamaya koyduğunu ve bu politikanın kısa süre içinde ülke tarihinde eşine rastlanmamış şiddet olaylarının birbiri ardına gelmesine yol açtığını, ulusu kalıcı biçimde düşman aşiretlere bölen bir kota sistemi kurmanın “Büyük Amerikan demokrasisinin Irak halkına verdiği zehirli bir armağan” olduğunu söylüyor.
Yazımızı Maalouf’un, bu trajedinin “son perdesi” olacak olan çekilme sonrası dönemi tasvir ettiği bölümle bitirelim:
“Amerikan ordusu Antik Mezopotamya’da lale tarlasındaki su aygırı gibi davranıyor. Özgürlük, demokrasi, meşru müdafaa ve insan hakları adına insanlar hırpalanıyor, dayak yiyor, öldürülüyor. Yedi yüz bin insan daha öldükten sonra, belli belirsiz bir özürle ülkeden çekilecekler. Yaklaşık 1 trilyon dolar, bazılarına göre bunun iki-üç katı para harcandı. Ama işgal edilen ülke eskisinden de yoksul. Terörizme karşı mücadele vermek isteniyordu ama terörizm hiç bu kadar azmamıştı. Başkan Bush’un Hıristiyanlığı öne sürülüyordu ve artık her kilise haçının düşmanla işbirliği yaptığından kuşkulanılıyor. Sözde demokrasi getirilecekti, ama buna öyle bir şekilde kalkışıldı ki kavramın kendi bile uzun süreliğine gözden düştü.
Amerika Irak sarsıntısını atlatacaktır. Irak ise Amerikan saldırısını atlatamayacaktır; en kalabalık tarikatlar daha yüz binlerce ölü verecek; en zayıf tarikatlarsa eski hallerine bir daha asla ulaşamayacaktır.”
Bugün, 09.08.2010