Bu çıkışı kaçırmamak lazım, bu birleştirici noktayı kaybettiğimizde yarın düğünlerimizi de cenazelerimizi de tek başına yapmak zorunda kalabiliriz. Yıllar önce çok sevdiğim bir hocam bir büyüğünün cenazesini kaldırdığında yaşadığı travma sonrası geleneklerin aslında ne kadar önemli olduğunu ancak şimdi anladım demişti.
Gerçekten de insanın gözleri o tür günlerde birilerini arıyor ve bayramlarda bugünün yoğun hayatında eş-dost ve akrabaların birbirlerine teklifsizce gidebildikleri ve uzun araların uzaklaştırdığı kalplerin yakınlaştığı son günler ve maalesef bu günleri tatillere hasretmeye kalktıkça bunu da kaybediyoruz. Bunun ileri vadede ki sonucu ne olacaktır? Düşünmek gerek.
Hayat kısa ve bizler eş-dost ve arkadaşlarımızdan uzak bir hayata doğru evriliyoruz. Nerde o eski bayramlar nostaljisi yapmakla zaman geçirmek yerine kalanların kıymetini bilelim çünkü gidenlerin yeri dolmuyor.
***
Biraz da dertleşelim; geçmişte köşe yazılarını okurken benim de düştüğüm bir hataya okuyucularımın ve arkadaşlarımın da düştüğünü görüyorum. İnsanlar küçük bir gazete makalesinde yazılan bir konu hakkında neredeyse hemen her noktanın vurgulanmasını isteyebiliyor. Yerin darlığını düşünmeden ama bu da var, şu da var diye tepki gösterebiliyor. Elbette okur eleştirileri de değerlendirmeleri de çok önemli ama unutmamak lazım ki bunlar birer köşe yazısı ve yazarlar çoğu kez yer darlığından bazı argümanları öne çıkarmak bazılarını ise görmezden gelmek zorunda kalabiliyor.
Hem, bir kitap gibi uzun yazabilsek kim o kadar zamanını heba etmek ister ki, değil mi? Biraz rahat olmakta fayda var.
Bir de niye bu ya da şu konuda yazmıyorsun versiyonu var. Bazen bazı konular sizin ilgi alanınıza girmiyordur bazen de girse bile yazamıyorsunuzdur. Yazamıyorsunuzdur derken buna olumsuz bir anlam yüklemeyelim. İnsanlar bazen bazı konularda itidallerini kolaylıkla kaybedebilir, kaybedebildikleri için de susmak daha evladır. Yumuşak karınlarımız hakkında konuşup yazarken bin oturup bin kalkmakta fayda var.
Şimdi kendimi düşünüyorum da içimden geçenleri yazacağım bir futbol yazısı yazmaya kalksam herhalde ilk önce genel yayın yönetmenimiz İbrahim Kiraz Bey itiraz edecektir, “Bize ceza davaları mı açtırmak istiyorsun?” diye.
Espri bir yana hayat bazen biraz da sükût ister.
Cümle okurlarımıza eş-dost ve akrabaları ile nice mutlu bayramlar dilerim.
***
Bugün Bayram biraz gülelim…
FARZIN YANINDA SÜNNETİN HÜKMÜ OLMAZ
On bir ay aç gezip ancak ramazanda karnını doyuran bir Bektaşi dervişi, bir iftar sofrasına oturmuş. O devirde, yemek ortaya gelir, herkes aynı kaptan yermiş. Bektaşi yemek bittiğinde “sünnete uymak lâzım” diyerek, ekmeğiyle sahanın dibini sıyırır, tertemiz edermiş. Yemek sonunda tatlı tabağı ortaya konulmuş. Misafirler yemeği dervişe bırakıp, tatlıdan yemeye koyulmuşlar.
Tatlının bitmekte olduğunu gören derviş de, yemeği sünnet etmeyi bırakıp tatlıdan yemeğe başlamış. Davetlilerden biri:
– Erenler, sünneti terkettin, diye takılınca, Bektaşi hemen taşı gediğine koymuş:
– Farzın yerine getirilmesi icab edince, sünnetin terkedilmesi kaçınılmaz olur.
ORUCU SAKATLAMAK
Bektaşi’nin biri, bir ramazan günü orucun verdiği açlıkla, fırından aldığı pideyi koklaya koklaya gidiyormuş. Görenlerden biri:
– Ne ettin erenler. Koklaya koklaya orucunu sakatlayacaksın, demiş.
Bektaşi gülmüş:
– Korkulacak bir şey yok. Ben her sene orucumu böyle sakatlarım. Ama o yine de gün sektirmeden ertesi sene sapasağlam gelir.
RAMAZANI MEMNUN ETMEK
Bektaşi’ye sormuşlar:
– İşte Ramazan geldi, gitti. Acaba kendisini memnun edebildik mi?
Bektaşi hiç tereddüt etmeden cevap vermiş:
– Mübarek memnun olmasa, her sene 10 gün evvel gelir mi?
Karar, 5 Haziran 2019