Onları seyrederken tüylerim ürperdi. Kara çarşafları yırtarken, yırttıkları çarşafların üstünde tepinirken nasıl da kendilerinden geçmişlerdi. 17’nci yüzyıl sonlarında Amerika’da Boston’un Salem kasabasında cadı avına çıkan kadınlara ne çok benziyorlardı…
Önceki gün Mersin’deki o dehşet verici manzarayı seyrederken “tamam bu işte” diye ürperdim, ha hortladı ha hortlayacak denilen irtica sonunda mezarından uğramış, çığlıklar atarak tüyler ürpertici ateş dansına başlamıştı. Öyle ya irtica denen şey fanatikleşmiş kör bir inancın zıvanadan çıkışından başka ne olabilirdi ki! Adı ve kaynağı ne olursa olsun bir batıl itikadın saldırganlaşmasından başka nedir ki irtica?
Biliyor musunuz; Salem’deki o avın başını da kadınlar çekmişti. Kasabanın en fanatikleri onlardı. Hemcinslerini ateşe atarken tıpkı Mersin’deki CHP’li kadınların yaptığı gibi isterik çığlıklar atıyor, kurbanlarının yanışını vecd içinde seyrediyorlardı.
“Kutsal” olanın adı değişmiş. Ama ne önemi var! “Kutsal”ı yaratan fanatizm dimdik ayakta” diye geçirdim içimden.
Epeydir sorduğum bir soru yeniden düştü aklıma:
CHP’nin ne olduğu ortada. Başkanlarının izledikleri çizgi de öyle. Mersin’deki partili kadınların çarşaf yırtma ayininin o çizgiye uygun olmadığı söylenemez. Ama yine de ortada cevaplanması gereken bir soru kalıyor: Neden bu partideki en utanç verici, en bağnaz çıkışları hep bazı kadınlar yapıyor? Canan Arıtman’ın, Nur Serter’in, Necla Arat’ın başörtüsüne yönelik o kin ve nefret dolu çıkışları geliyor aklıma. Erkek partililerin hiçbir zaman gidemeyeceği kadar ileri gidip onları bile “zor durumda” bırakan fanatik çıkışlara neden genellikle kadınlar imza atıyor? Neden böylesine kraldan fazla kralcılar?
Usturuplu konuşmayı ve davranmayı bilememelerinden mi? Siyasetteki tecrübesizliklerinden mi? Ölçü-iz’an bilmemelerinden mi? Kitle çizgisi denen şeyden haberleri olmamasından mı? Siyaseti düşmanlığa dönüştürmeye daha yatkın oluşlarından mı?
Bunları düşünürken bundan tam altmış yıl önce, feminizmin en büyük teorisyenlerinden Simone de Beauvoir’ın yazdıkları geldi aklıma. Beauvoir, Bağımsızlığa Doğru adlı kitabında, kadının politik davranışına yön veren kişilik özeliklerini tahlil ederken şöyle diyordu:
“Erkekler, kendi yarattıkları putlar önünde tam bir inançla diz çökmezler. Kadınlarsa, yaşam yolunda o ulu heykellerden birine rastladılar mı, bunları hangi elin yarattığını düşünmeden uslu uslu yere kapanırlar…
“En tutucu erkek bile belli bir evrimin kaçınılmaz olduğunu bilir, gerek eylemini, gerek düşüncesini buna uydurur; tarihin oluşumuna katılmayan kadın, onun gereklerini anlamaz; gelecekten çekinir, zamanı durdurmak ister. Babasının, erkek kardeşlerinin, kocasının önerdiği putlar yıkıldı mı, onların yerine, göğe yenilerinin nasıl oturtulacağını hiç mi hiç bilemez; bu yüzden de canını dişine takarak onları savunmaya girişir.”
Beauvoir’ın bu gözlemlerini dayandırdığı kadınlar çoktan toprak oldular. Aradan geçen altmış yılda onların kızları ve torunları her alanda çok yol aldı. Hayatı kenardan seyretmeyi bir kenara bırakıp içine daldıkça, onun devingenliğine ayak uydurmayı da karşısına çıkan putları elinin tersiyle itip ilerlemeyi de öğrendi.
Ama tabii, bu evrimden nasiplenemeyenler de var.
Görülüyor ki, CHP’li kadınlar zamanı gerçekten de “durdurabilmişler.”. Babalarının, erkek kardeşlerinin, kocalarının ya da parti başkanlarının yarattığı putların yıkılışını görüyor ama yerine yenilerinin nasıl oturtulacağını da hiç bilemediklerinden canlarını dişlerine takıp putları savunmaya girişiyorlar. O putların önünde, onları yaratan erkek partidaşlarından çok daha büyük bir inançla diz çöküyorlar.
Hazin bir manzara; hazin olduğu kadar da utanç verici…
Çağdaşlık adına yapılan bu toplu tapınma ayini midemi bulandırıyor. Hem çağdaş bir insan hem de bir kadın olarak onlardan utanç duyuyorum.
Bugün, 05.03.2010