Bildiğiniz gibi Genelkurmay önceki gece yayınladığı bir açıklamayla daha önce kağıt parçası dediği İrticayla Mücadele Eylem Planı’nı doğrulayabilecek bazı deliller bulunduğunu belirtti.Ayrıca Askeri Savcılık da planın altında imzası bulunan Albay Dursun Çiçek’in tutuklanmasını talep etti. Gerçi Askeri Mahkeme bu isteği geri çevirdi ve sanığın tutuksuz yargılanmasına karar verdi ama önemli olan bu değil…
Önemli olan TSK’nın inkar politikasından kabul politikasına geçişi…
Aslında Türkiye kamuoyunun büyük çoğunluğu AK Parti ve Gülen’i Bitirme Planı’nın gerçek, Dursun Çiçek’in imzasının da orijinal olduğunu zaten çoktandır biliyordu. Dolayısıyla Genelkurmay’ın açıklaması çoğunluk açısından bir haber değeri taşımıyor.
Ama siyasi değeri büyük.
Düşünsenize, bu bir anlamda ordu yönetiminin darbeci kliklere yataklık etmekten vazgeçmesi, hukukun işlemesine yol vermesi anlamı taşıyor.
Aşırı iyimserliğe kapılmak istemem ama Genelkurmay’ın tutumundaki bu değişikliği ordunun normalleşme sürecine uyum sağlama yolunda attığı önemli bir adım olarak okuyabileceğimizi düşünüyorum.
Eğer Genelkurmay artık bu sürecin tersine döndürülemeyeceğini, akan suyun geri akıtılamayacağını, öyleyse sürece uyum sağlamanın herkes için daha iyi olacağını görmeye başlamışsa, bu hepimiz için, Türkiye için çok iyi bir haber demektir.
Çünkü hepimiz çok yorulduk. Türkiye gün aşırı ortaya atılan korkunç planlardan yoruldu. Toplum ordusuyla ilgili sürekli hayal kırıklığı yaşamaktan, insanlar her sabah kalktıklarında yeni bir gerginlikle karşılaşmaktan, iktidar partisi önüne dikilen barikatlarla mücadele ede ede ilerlemekten, yargı mensupları köşe kapmaca oynar gibi soruşturma yürütmekten bitap düştü.
Artık hepimiz huzur istiyoruz. Uyumlu ve sessiz sedasız çalışan, herkesin kendi görev alanında işini iyi yapmaya çalıştığı bir devlet mekanizması olsun istiyoruz.
Evet, uyum istiyoruz ama bu istek epey bir zamandır “Kurumlararası uyum, kaosa son” diye bağıranların isteklerinden farklı bir istek. Çünkü onların istedikleri uyum, statükonun korunması temelinde bir uyumdu. Onlar eski güç ilişkilerinin üzerinde yükselen ve askerlerin hiyerarşinin tepesinde yer aldıkları eski uyumun yeniden tesisini istiyorlardı.
Ne var ki o uyum bozulmak zorundaydı. Şimdi bir kargaşa ve uyumsuzluk döneminden yeni bir “uyum” dönemine doğru yol almaktayız ve bu yeni uyum kurulan yeni güçler dengesinin sonucu olacak.
Elbette ki TSK’nın gereken köklü zihniyet değişikliğini bugünden yarına gerçekleştirmesini beklemiyoruz. Son dönemde yaşadıkları travmanın sonuçlarını atlatmanın, TSK’nın normal bir demokraside olması gereken pozisyona çekilmesinin zaman alacağını ve acılı olacağını anlayabiliyoruz. Onlara karşı sabırlı davranmaya, anlayışlı ve affedici olmaya hazırız. Yaşadıkları kimlik krizini atlatmaları için, yeni süreci hazmetmeleri için onlara elimizi uzatmaya da hazırız. Yeter ki değişmek istediklerini, değişmek için çaba sarf ettiklerini ve adım attıklarını görelim.
Yıllardır “ordu düşmanı” diye suçlanıp duranlardan biri olarak, TSK’nın bugün ortaya çıkan tutumunun gelişmesini ve istikrarlı hale gelmesini ne kadar isterim bilemezsiniz.
Böylece içine girdiğimiz normalleşme süreci çok daha hızlı ve çok daha sancısız ilerleyebilir; 50 yılda alamadığımız yolu birkaç yılda alabilir, bu defa gerçekten de “muasır medeniyetler seviyesine” çıkabiliriz.
Bugün, 03.03.2010