Çirkin polemikÇirkin bir polemik sürüp gidiyor yine…Hani seçim arifesinde Ak Parti ile MHP arasında cereyan eden “Öcalan’ı siz asamadınız”, “Hayır siz asamadınız” minvalindeki o inanılmaz tartışmaya benzer bir polemik bu da. Günü birlik parti çıkarlarının parti sözcülerinin gözünü döndürdüğü; uzun vadeli çıkarları, temel ilkeleri hiçe sayarak; sadece o anki kısır çekişmede üste çıkma kaygısıyla neleri kırıp geçirdiklerine hiç aldırmadan giriştikleri sorumsuz bir polemik…
Bu defa konu Habur’dan başladı; 99 seçimlerindeki bir ittifak iddiasına kadar uzandı.
CHP, Ak Parti’yi Kandil ve Mahmur kamplarından gelenlerin gözaltına alınmadan serbest bırakılmaları için “yargıyı ayarlamakla” suçluyor. Buna karşılık CHP de 1999 seçimlerinde baraj altında kalmamak için Kürt siyasi hareketinin bazı temsilcilerini çatısı altına almak istemekle suçlanıyor.
CHP’nin Habur meselesini böyle istismar etmeye çalışmasında şaşılacak bir şey yok. Çünkü bu parti zaten baştan beri Kürt açılımını sabote etmek için elinden geleni ardına koymuyor.
Peki, CHP’yi köşeye sıkıştırmak uğruna; bu partinin bir zamanlar Kürt siyasi hareketiyle seçim ittifakı yapmak istemesini bir suçu ifşa eder gibi ortaya koymak neye hizmet ediyor?
CHP’yi sıkıştırmaya mı; yoksa “PKK’yla ittifak yapılmaz” tabusunu biraz daha güçlendirmeye mi?
Baykal -eğer böyle bir çağrı yaptıysa bile- o 20 militanın silahlarını omuzlarına asıp da CHP’ye gelmesini istememiştir herhalde. Onları CHP’de birlikte “silahlı mücadele” vermeye değil, siyaset yapmaya çağırmıştır.
O zaman bunun nesi suç? Ya da nesi yanlış?
Maksat, 1999’da yapılan bu teklifin CHP’nin bugünkü Kürt siyasetine tamamen ters olduğunu teşhir etmek olsa bile; eğer siz bu çelişkiye işaret edeyim derken, bu tür ittifakların suç gibi görülmesine yol açıyorsanız; daha doğrusu toplumda zaten var olan bu algıyı güçlendiriyorsanız, pire yüzünden yorgan yakıyorsunuz demektir.
Tam da Kürt sorununda çözümün şiddetin terk edilip siyasette aranmasına vurgu yaptığımız; PKK’nın silah bırakması koşuluyla siyaset yapma imkanına kavuşması ihtiyacından söz ettiğimiz bir dönemde, Kürt siyasetinin aktörlerini hiçbir şekilde siyasi ittifak yapılamayacak “lanetliler” gibi lanse etmek büyük bir gaflettir.
Kaldı ki, bütün bu tartışmaların (tıpkı “Öcalan’ı neden asamadınız” tartışmaları gibi) PKK’lılardan çok Kürt vatandaşlarımızı rencide ettiğini; açılım umudunu hâlâ tam kaybetmeyenlerin de kaybetmesi için bire bir olduğunu görmemektir.
***
Habur meselesine gelince…
Bence CHP’nin AK Parti’yi bu konuda sıkıştırarak kazanabileceği hiçbir şey yok. AK Parti’nin de bu konuda gocunacak bir şeyi yok. Çünkü hükümetin, yargıçların ve savcıların o günkü tutumu halkın büyük çoğunluğunun taleplerine uygun düşen hem hukuken hem de vicdanen doğru olan tutumdur. O günlerde Türkiye’de kanın durmasını isteyen herkes devletin 1999’daki hatayı tekrarlamaması için dua ediyordu. Şükürler olsun ki devlet -askeriyle siviliyle- aynı hatayı tekrarlamadı. Kürt açılımında ne kadar samimi olduğunu gösterdi. Bakanlar, müsteşarlar, savcılar, hakimler, avukatlar el ele verip barış için bir yatak açtılar. Ve bunu hukuk içinde kalarak yaptılar.
Evet, Habur’dan gelenlerin ve onları karşılamak üzere toplananların zafer kazanmış gerillalar edasıyla yaptıkları taşkınlıklar yanlıştı; ama bağışlanabilecek bir yanlıştı. O taşkınlığı, on yıllarca
büyük acılar çekmiş, kimliği reddedilmiş, insan yerine konmamış bir halkın ihtiyacı olan başarı duygusunu tatmak için nihayet yakaladığı bir fırsatı ölçüsüzce kullanması olarak görebilir ve anlayışla karşılayabilirdik. Bunu bugün de yapabiliriz. O insani taşkınlığı açılımda bir kırılma noktası haline getirmek yerine, bir buluşma günü olarak hatırlayabilir, yapılan hatalardan dersler çıkararak yola kaldığımız yerden devam edebiliriz.
Varsın, CHP’liler “Habur ihaneti”nden bahsetmeye devam etsin… O gün Türkiye tarihine -yaşanan bütün tatsızlıklara rağmen- bir barışma günü olarak geçecektir.
Köşe yazarlarına çağrı
Başbakan Erdoğan’ın köşe yazarlarının kontrol altında tutulması için gazete patronlarına yaptığı çağrı basın özgürlüğü açısından; hayalini kurduğumuz “ileri” demokrasi açısından son derece vahim ve kabul edilemez bir çağrıdır.
Ben yarından tezi yok, bu açıklamayı protesto eden bir imza kampanyası açıyor ve Türkiye’deki bütün köşe yazarlarını bu kampanyaya katılmaya; ayrıca tespit edeceğimiz bir günde yazı yazmayarak basın özgürlüğü konusundaki kararlılığımızı ortaya koymaya çağırıyorum.
Bugün, 28.02.2010