Kıbrıs’ta garantörlük

Kıbrıs’ta garantörlükHakkaniyet duygusuna sahip olmak öyle söylendiği kadar kolay bir şey değil. İnsanların çoğu güçlü bir adalet duygusu taşıdıklarına, olaylar karşısında adil davranabileceklerine inanırlar. Ama yine çoğu, ilk zorlu sınavda sınıfta kalırlar.
Nedir bu zorlu sınavlar?

Mesela, hayatı boyunca kimsenin hakkını yememiş bir anne, kendi çocuğunun da katıldığı bir sokak kavgasında tarafsız bir hakem gibi davranabiliyor mu?

Tıpkı bunun gibi, bir aydın milli dava haline gelmiş -ya da getirilmiş- bir davada olaya hakkaniyet duygusunu koruyarak bakabiliyor mu?

***

Kıbrıs Davası malum, bizim en birinci milli davamızdır. Biz Türkler Kıbrıs Davası söz konusu olduğunda genellikle “kim haklı” sorusunu zihnimize yaklaştırmadan “bizim takımı” tutmaya son derece yatkınızdır ve bu tutumumuzu da hiç sorgulamayız.

Bugünlerde bu tutumun yeni bir örneğini daha yaşıyoruz.

Haber malum: Kıbrıs Rum Parlamentosu Ada’da garantörlük sistemiyle müdahale hakkına karşı çıkan bir bildiriyi oybirliğiyle kabul etti. Rum Meclisi’nin kararında “AB’ye üye bir devlet olan Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti’nde garantiler ve garantörler düşünülemez” deniyor.

Peki bu argüman haksız mı?

Aslında Rumlar, epey zamandan beri adadaki barışın ve istikrarın zaten üyesi olunan Avrupa Birliği’nin güvencesi altında olduğunu ayrıca bir de Türkiye’nin, İngiltere’nin ya da Yunanistan’ın garantörlüğüne ihtiyaç olmadığını söylüyor ve ben de epey bir zamandır eğer aklınızı, mantığınızı ve hakkaniyet duygunuzu milli hislerinizin önüne geçirebilirseniz bu fikre katılmamanın mümkün olmadığını yazıyorum.

Şimdi bu güncel gelişme dolayısıyla daha önce yazdıklarımı bir kez daha tekrar edeyim:

Mademki bugün adada yeni bir başlangıç yapılmaya çalışılıyor; geçmişte bazı özel tarihi şartlardan gelen özel garantör tayini gibi bir uygulamayı devam ettirmenin anlamı da yok. Barış yapılmışsa ve yeni bir devlet kurulmuşsa, Türk ordusunun orada hâlâ kalmasının da hiçbir kabul edilebilirliği yok…

Şöyle bir düşünün: Avrupa Birliği içinde farklı etnik toplulukları barındıran ülkelerin her birinin başına garantör mü dikiyorsunuz birbirleriyle dalaşmasınlar diye? Biz Türkiye olarak Kosova’da, Bosna’da ve dünyanın başka yerlerinde yaşanan etnik kıyım olaylarına rağmen, o ülkelerde yaşayan halkların bir arada yaşamaya devam etmelerini savunuyoruz. Ama Kıbrıs’a gelince, birdenbire ağız değiştirip bir arada yaşamanın katliam ve kıyım getireceğini, eğer Türkiye’nin varlığı tepelerinde Demokles’in kılıcı gibi sallanmazsa, adada Türk askeri olmazsa birbirlerinin boğazına sarılacaklarını iddia ediyoruz.

Kıbrıs’ta iki toplumun çizilen Anayasal çerçeve içinde, barış içinde birlikte yaşamalarının en temel garantisi değişen dünya konjonktürü ve Avrupa Birliği üyeliği faktörüdür. Kimse, AB üyesi bir ülkede Rumlar’ın Türkler’i boğazlamaya kalkacağını ve AB’nin de buna seyirci kalacağını düşünemez, hayal edemez.

Kaldı ki, Türkiye devletinin geçmişte izlediği politika, “garantörlük” kavramının istismara müsait bir kavram olduğunu da göstermiş durumda. Anlaşmaların Türkiye’ye tanıdığı garantörlük hakkı mevcut Kıbrıs Cumhuriyeti’nin anayasasını garanti altına almayı hedefliyordu. Adada başlangıçta Rum tarafının Kıbrıs Anayasası’nı şiddet yoluyla değiştirme teşebbüsüne karşı garantörlük hakkını kullanan Türkiye, garantör olarak girdiği yerde yeni bir devlet kurulmasına

önayak olduğu andan itibaren, fiilen garantör olmaktan da çıkmış ya da garantörlük hakkını kötüye kullanmış oldu.

Şimdi durum buyken ve böyle bir deneyim bütün dünyanın gözü önünde yaşanmışken, Türkiye hâlâ kalkıp da garantör olmaya ve adada askeri güç bulundurmaya devam edeceğini nasıl söyleyebilir?

Bütün diğer konular halledilse bile, bu dayatmanın çözüm çabalarının sonuçsuz kalmasını “garanti altına” alacağı besbelli değil mi?

***

İşte bu noktada, “belki de istenen bu” diye düşünüyor insan. Son dönemde ortaya dökülen darbe planlarında Kıbrıs’ta çözümsüzlüğü sürdürmeye ve Yunanistan’la gerginlik yaratmaya ne kadar büyük bir önem verildiğini, hatta bel bağlandığını hatırlıyor. Milli Güvenlik Siyaset Belgeleri’nin değişmez maddesinin neden Kıbrıs olduğunu anlıyor. Ve gerek Lahey görüşmeleri, gerekse Annan Planı tartışmaları sürecinde kimi şahinlerin Denktaş’ın da büyük yardımıyla Kıbrıs sorununu çözümsüz bırakmak için ne kadar büyük gayret gösterdiklerini hatırlıyor.

Konuyu kapatmadan önce bazı sade gerçekleri bir kez daha ortaya koyalım:

Şimdiye kadar hiçbir hükümet -bazı istisnai dönemler dışında- Kıbrıs konusunda bağımsız politika üretme şansına sahip olamamış; hiçbir hükümet asker çekmeyi ya da garantörlüğü kaldırmayı tartışmaya açmaya cesaret edememiştir. Eğer halkın önemli bir kesimi “kim haklı” sorusunu sormaya başlamazsa; bir başka deyişle hakkaniyet duygusunu milli duygularının önüne geçirip adil olmaya çalışmazsa, bundan sonra da edemeyecektir.

Çünkü 36 yıllık bir “milli politikayı” değiştirmek tek başına bir hükümetin başarabileceği bir işe benzemiyor.

Bugün, 21.02.2010

 

Bu Yazıyı Paylaşın

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et