İran’da sokaklar yeniden hareketleniyor. Göstericiler otuz yıl önce Şah’a karşı kullanılan “diktatöre ölüm” sloganını bu kez Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad ve dinî lider Ali Hamaney’e karşı kullanıyorlar.
Sayıları milyonları bulan ve İran rejiminin gönüllü sivil askerleri olarak nitelendirilen para-militer besic örgütü üyeleri, geceleri çatılarda slogan atan protestocuları avlamakla meşgul. Üniversite kampüslerinde de öğrenciler ve hocalar üzerindeki baskı ve kontrol tedbirlerinin giderek arttığı söyleniyor. Bu tedbirlere rağmen Şiiler için kutsal kabul edilen aşure gününde, başta Tahran olmak üzere ülkenin önde gelen büyük şehirlerinde yaygın protesto gösterileri yapıldığı ve 15 kadar kişinin de öldüğü bildiriliyor.
“Hukuka uy, halktan özür dile”
İran yönetimine göre, göstericilerin arkasında ABD ve diğer Siyonist güçler var. Rejim, Ukrayna ve Gürcistan’da başarıyla uygulanan turuncu devrim taktiklerinin şimdi İran’daki Batı karşıtı İslami rejimi devirmek için kullanıldığına inanıyor. Nitekim Ahmedinejad, protestoları “ABD’nin emriyle sergilenen iğrenç bir maskeli balo” olarak niteledi. Buna karşın muhalefet liderleri Musavi ve Kerrubi ise rejime “Hukuka uy, halktan özür dile” çağrısında bulundular. Son haberlere göre, rejimi eleştiren muhalefet liderlerine yakın pek çok siyasi ve entelektüel figür tutuklanmış durumda. Bunlar arasında Nobel ödüllü yazar Şirin Ebadi’nin kız kardeşi ve eski Dışişleri Bakanı İbrahim Yezidi de var. Şimdilik Musavi ve Kerrubi gibi muhalefet liderlerine dokunulmadı. Ancak haklarında açılan davalar ve kritik tutuklamalar onlara yönelik baskı çemberinin de giderek daraldığına işaret ediyor. Üstelik rejim de, kendi toplumsal gücünü göstermek için milyonlarca taraftarını sokaklara dökerek rejime yönelik bağlılık yeminleri ve sloganları attırdı. Böylece muhalefet cephesinin sokaktaki gücüne karşı yine sokağı kullanarak cevap veriliyor. Zira 20. yüzyılın en önemli toplumsal devrimlerinden biri kabul edilen 1979 devriminin şiddetle değil; sokaklara hakim olunarak kazanıldığını en iyi bugün İran’ı yönetenler bilir.
Rejim korkmakta ne kadar haklıdır? İran gerçekten yeni bir siyasi devrimin eşiğinde midir? Değilse, İran muhalefeti neyi amaçlıyor? Öncelikle belirtmek gerekir ki, her otoriter rejim gibi İran yönetimi de toplumsal tepkilerden kaygı duymakta haklıdır. İran toplumu tam anlamıyla bir gösteriş ve güç toplumudur. Sokaklarda kimin hâkimiyeti varsa toplum oraya kayabilir. Nüfusun yarısından çoğunun 25 yaşın altında olduğu düşünülürse, zaten ekonomik olarak yeterli yükselme ve ilerleme şansına sahip olamayan, üstelik de internet yoluyla yayılan özgürlük söylemlerinin büyüsüne kapılan İran gençliğinin sokaklardaki muhalefetin güç gösterisinden heyecana kapılmaması mümkün değil. 1979 devrimi, Skocpol’un kavramsallaştırmasıyla Fransa, Çin ve Rus devrimleri gibi “toplumsal bir devrim”dir. Bu tür devrimlerle kurulan rejimlerin kuruluşunda halkın sokak gücü önemli bir rol oynar. Gerekli siyasi liderlik ve direnmeyi meşru ve haklı kılacak siyasi nedenler oluştuğunda da ülkedeki hoşnutsuzluklar çoğu zaman sokağın diliyle ifade edilir. Zira sokak gösterileriyle sonuç almayı öğrenen toplumun repertuarında o devrimci siyasal hareketler her zaman canlılığını korur. Batı ülkeleri içinde en sık sokak gösterilerinin Fransa’da yapılması bu anlamda bir tesadüf olmadığı gibi, İran muhalefetinin de halkı ve özellikle gençleri saçlarına veya kollarına yeşil bantlar takıp sokaklara indirmelerinde de hiçbir sürpriz yoktur.
Peki, İran rejiminin “yeşil renkli” liberal görünümlü sokak gösterileriyle devrileceğini beklemek ne kadar gerçekçidir? Skocpol, toplumsal devrimlerin başarısını iki faktöre bağlıyor: İçeride rejimin siyasi meşruiyetinin zayıflaması ve dışarıdan ise müdahalelere açık hale gelmesi. İran rejiminin özellikle genç nüfusun özgürlük açlığını ve ekonomik beklentilerini karşılama bakımından yetersiz kaldığı açık olmakla birlikte, halkın büyük çoğunluğunda rejime yönelik henüz yaygın bir sorgulamanın başladığını gösterir ciddi bulgular ve işaretler yok. Ancak dinî rejimin üzerine oturduğu temel ilkelerden biri olan “adalet duygusunun tatmini” konusunda haziran ayında yapılan seçimlerden bu yana rejime karşı eleştiriler giderek artıyor. Muhalefet taraftarları için bu, rejimin temel bir ilkesinin çiğnenmesi ve hatta hukuk dışına çıkılması demek. Zaten Humeyni’nin dokuz yıl başbakanlığını yapmış Musavi için veya İslam devriminin öncü aktörlerinden biri olan Muntazeri için İslami rejimini devirmek gibi bir arayışlarının olmasını beklemek safdillik olur.
Musavi ve diğer muhalefetin halkı sokağa dökerek direnmeye çağırmasındaki temel çıkış noktası, dolayısıyla mücadelenin meşruluk temeli şudur: Haziran seçimlerindeki şaibeler hukuk devletinin temel gereği olan “kanun önünde eşit muamele” görme ve yönetimin ve özellikle de dini liderin (Rehber Hamaney’in) siyasi aktörler arasında “tarafsız hakem” olma ilkelerinin çiğnendiğini ortaya koymaktadır. Muhalefetin gözünde, taraflar arasında adalet gözetmeyen yönetim artık meşruluğunu kaybetmiştir. Hatta Hamaney, adil davranmadığı için dinî bakımdan artık rehber olarak da kabul edilemez. Sistemde ciddi bir restorasyon yapılarak, 1979 devriminde halka vaat edilen hak, adalet ve eşitlik ilkeleri yeniden uygulamaya geçirilmelidir. Bunun ilk adımı olarak da eşit şartlarda yarışılacak adil bir seçim yapılmalıdır. Oysa Hamaney, muhalefetin seçimlere yönelik itirazlarını dikkate almadığı gibi, ağustos ayındaki cuma hutbesinde ve sonrasında Ahmedinejad’ın zaferini kutlamış ve onu açıkça desteklemiştir. O zamandan bu yana da, reformcu muhalif kesimler önlerine çıkan her fırsatı kullanarak ülke içinde rejimin meşruluğu konusundaki tartışmaları yaygınlaştırma arayışındadırlar. Gösterilerde ölen her kişi rejimin adaletsizliğini ve zalimliğini ispat ve yeni direnişin yaygınlaştırılması için bir fırsat olarak kullanılmaktadır.
Aşure günündeki olayların da gösterdiği gibi, İran rejimi giderek derin bir siyasi rejim krizine sürüklenmektedir. Rejim, muhalefeti tatmin edecek bir açılım yapamadığı sürece bu tür sokak gösterileri, yaşanan yeni mağduriyetleri de kullanarak sürecektir. Buna rağmen şimdilik İran’da yeşil bir devrim beklemek gerçekçi değildir. Zira nükleer krizin de etkisiyle dışarıdan ağır baskılarla karşı karşıya kalan İran halkı, tüm zaaflarına rağmen rejimin yanında yer almaya devam etmektedir. Üstelik rejimin belkemiği sayılan İran ordusu ve özellikle devrim muhafızlarının Ahmedinejad’a olan sadakati de devam etmektedir. Kum kentindeki Ayetullahlar arasındaki siyasi bölünme orduya sıçramadığı sürece, rejimin devrilme olasılığı yoktur. Ancak rejim de muhalefetin taleplerini minimum düzeyde de olsa yerine getirmediği takdirde, bu derin ideolojik tartışmaların bir gün orduyu da etkilememesi mümkün değildir. Hatta tam da bu nedenle, ordu içinde ayrışma yaşamamak ve askerleri halkla karşı karşıya getirmemek için, ağustos ayındaki olaylarda İran yönetiminin sokak gösterilerini bastırmak için Lübnan Hizbullah’ından milis güçlerini başkent Tahran sokaklarına yerleştirdiği bilinmektedir.
Türkiye’nin açılımlarını iran incelemeli
Özetle, İran rejimi ciddi ve derin bir siyasi meşruluk ve rejim krizi yaşamaktadır. Tüm baskı ve sınırlamalara rağmen dış dünyaya yansıyan kanlı gösteriler bunu işaret etmektedir. İran rejimi için bu protestolar basit sokak gösterilerinden ibaret değildir. Dinî liderler ve siyasi elitler arasında da Hamaney ve Ahmedinejad konusunda ciddi ayrılıklar vardır. Oysa rejim bunları yalnızca Siyonist güçlerin kışkırtması olarak okumaktadır. ABD’nin ve İsrail’in İran’ı karıştırmak için her türlü iletişim ve istihbarat imkânını seferber ettiği bilinen bir gerçektir. Ancak olayların toplumsal ve ideolojik nedenleri de vardır ve bunlar göz ardı edilemez. Artık İran rejiminin kutsallığı büyük ölçüde zedelenmiştir. Giderek hem liderler hem de rejimin ilkeleri daha fazla tartışılmakta ve eleştirilmektedir. Panikleyen rejim ise kaba güç kullanmak dışında bu tür protestolarla nasıl mücadele edeceğini bilememektedir. Tehlikeli olan da budur. İran’ın da Türkiye’deki açılımlardan alacağı çok dersler var.
Zaman, 02.01.2010