Türkiye ile Ermenistan arasında 10 Ekim’de imzalanan ve iki ülke arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesini öngören protokoller hem iç politikada hem de uluslararası alanda ilgiyle izleniyor. Zürih Üniversitesi’nde gerçekleşen imza töreni sırasında Türk Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve Ermeni mevkidaşı Edvard Nalbantyan’ın arkasına sıralanan isimlere bakıldığında dahi olayın sıradan bir gelişme olmadığı kolayca anlaşılabiliyor. ABD, Rusya ve AB gibi etkili uluslararası siyasi aktörler hem iki ülkeye destek vermek hem de tarihe tanıklık etmek adına imza töreninde hazır bulundular.
Zira imzacı taraflar arasında birinci dünya savaşı sırasında yaşanan olayların arkasından neredeyse bir asır geçmesine rağmen güvensizlik devam ediyordu. 1921 Gümrü antlaşmasından bu yana Türkiye ve Ermenistan resmi olarak ikili bir antlaşmaya imza atmamışlardı. Oysa 20. yüzyılda iki kez savaşan Almanya ve Fransa bugün Avrupa Birliğinin motor gücünü temsil eden iki devasa ekonomik güce kavuştu. Aynı coğrafyanın halkları olarak Ermeniler ve Türkler, sonunda geçmişte yaşanan tüm acı olaylara rağmen bir araya gelerek o tatsız olaylar da dahil olmak üzere pek çok konuda işbirliği yapma konusunda anlaştılar. Henüz kâğıt üzerinde kalsa da atılan imzalar psikolojik bariyerlerin aşılması adına, hem Türkiye hem de Ermenistan için tarihsel bir açılım olarak görülmelidir. Biz de burada önce protokollerin neyi amaçladığını, ardından da Türkiye ve Ermenistan ilişkilerinin normalleşmesinin Kafkasya ve Ortadoğu bölgesindeki muhtemel stratejik etkilerini ve Türkiye’nin küresel imajına yönelik katkılarını değerlendirmeye çalışacağız.
Protokoller neyi amaçlıyor?
Protokollerin özünde geçmişi tamamen unutmaya değil, ama komşu iki ülkenin bugünkü siyasi ve ekonomik ilişkilerini tarihin baskısından kurtarmayı amaçladığı söylenebilir. Türkiye olarak bizim temel tezimiz 1915’te acı olayların yaşandığı; ancak bu acıları yalnızca Ermenilerin değil Türklerin de yaşadıkları gerçeğini tüm dünyaya anlatabilmekti. Zira tüm dünya yıllardır 1915 olaylarını yalnızca Ermeni kaynaklardan ve diasporanın tek yanlı siyasi propagandası ve yayınlarından biliyordu. Nitekim 2005’te TBMM, tam bir mutabakatla 1915 gerçeklerinin araştırılması amacıyla ortak bir tarih komisyonu kurulması ve karşılıklı olarak arşivlerin açılması önerisini tüm dünyaya ve Erivan’a iletmişti. İmza edilen protokoller Türkiye’nin bu beklentisini karşılamaktadır. Davutoğlu bunu her iki toplumda “adil bir toplumsal hafıza” yaratma uğraşısı olarak niteliyor. İkincisi, iki ülke arasında diplomatik ilişki kurulması öngörülüyor. Üçüncüsü ise, sınırların ticaret ve turizme açılması sağlanıyor. Burada Türkiye’nin elini zayıflatan tek konu Kafkaslarda bizim soydaş ülkemiz olan Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki Karabağ sorununun protokollerde hiçbir şekilde yer almamış olmasıdır. Ancak imza töreninde, AGİT bünyesinde Ermeni-Azeri görüşmelerini yürüten Minsk grubunun batılı eş başkanları olan Rusya ve Fransa ile ABD ve AB gibi güçlü aktörlerin temsilcilerinin de hazır bulunması, aslında protokollerin uygulanmasının büyük ölçüde Karabağ’da önemli ilerlemenin sağlanmasına bağlı olduğunun uluslararası toplum tarafından da anlaşıldığına işaret etmektedir.
Protokoller ile Ermenistan ise 16 yıldır dışında kaldığı bölgesel siyasi ve ekonomik dinamiklerle yeniden buluşma; siyasi yalnızlıktan kurtulma ve Türkiye üzerinden batıyla ilişkilerini geliştirme fırsatı yakalayacaktır. Ermenistan ilk kez bu antlaşmayla dış politikada kendisini diasporanın etkisinden kurtararak halkına karşı sorumlu bir “ulus devlet” davranışı sergilemiştir. Zira artık Ermenistan Türkiye ile Gümrü ile çizilen sınırları tanımaktadır ve eğer Sarkisyan siyasi liderliğini gösterecekse Karabağ konusunda da adım atması gerektiğinin farkındadır.
Bu arada Türkiye’nin Ermenistanla ilişkilerini normalleştirme yönünde attığı bu diplomatik adıma karşı Azeri kardeşlerimizce tepki gösterilmesini de anlayışla karşılamak gerekir. Azerilerin tepki göstermesi haklarıdır ve bu dış politika davranışı Türkiye’nin Ermenistan’a karşı pazarlık gücünü de artırabilir. Kimsenin şundan kuşku duymaması gerekir ki, Türkiye kendi parçası olarak gördüğü Azeri halkına karşı ihanet içine girmez ve girmeyecektir. Protokoller ile Türkler ve Ermeniler artık geri dönülmez bir barış sürecine girmişlerdir. Dolayısıyla 16 yıldır dondurulan Karabağ konusunda da Ermeniler bugün bir hafta öncesine göre çözüme daha yakındırlar. Türkiye’nin her platformda vurguladığı gibi Karabağ’da tatmin edici bir ilerleme olmadan sınırların açılması düşünülemez. Ancak barış ümidi ve vizyonu olmadan da Ermeni liderlerin adım atması siyaseten mümkün değildir. Protokollerin yarattığı barışçıl bir atmosfer Erivan’ı işgal topraklarından çekilmesi konusunda cesaretle hareket etmeye zorlayacaktır.
Güçlü İlişkiler Ağı
Son olarak, Türkiye attığı son imza ile dış politikasını temellendirmeye çalıştığı barışçıl bir küresel yumuşak güç kimliğini pekiştirmiştir. Daha önce 1990’larda Bulgaristan, 2000’li yılların başında Yunanistan ve Suriye ve Gürcistan; 2005 sonrasında ise Irak’la geliştirdiği siyasi ve ekonomik ilişkiler ağına artık Ermenistan da eklenecektir. Bunun bölgesel sonuçları da olacaktır. Orta vadede Azeri ve Ermenilerin barışçıl ilişkileri geliştirmesi hayli mümkündür. Bu sayede Türkiye’nin Orta Asya Türkleri ile ulaşım yolları kısalacak ve ekonomik ve siyasi etkileşim ve entegrasyon artacaktır. Nabucco projesinin hayata geçmesi kolaylaşacaktır. Nobel ödülünün dünya barışına katkı yapacağı ümidiyle kendisine verildiği Obama’nın da İran’la geliştireceği yapıcı işbirliği belki de Kafkaslarda yepyeni bir işbirliği ve istikrar dönemini başlatabilir. Öte yandan Ortadoğu ve Kafkaslarda güven ve istikrar kuran bir Türkiye’nin, hem Avrupa dışındaki ihracat pazarları gelişecek hem de Avrupa Birliğine karşı siyasi ve ekonomik pazarlık gücü artacaktır. Türkiye bölgenin en modern, askeri açıdan en güçlü ve siyasi olarak en demokratik ülkesidir. Böylesine önemli ve barışçı bir gücü ne AB, ne ABD ne de Rusya ve Çin gibi ülkeler göz ardı edebilir. Küresel güç olmaya doğru hızla ilerleyen Türkiye için Ermenistan ile ilişkilerini geliştirmek büyük resim içinde, o tablodaki resmi zenginleştiren yalnızca bir nokta olarak kalacaktır. Bu ilişkiler ağının doğal bir sonucu da PKK’nın artık bölgede ve Türkiye’de yaşam alanı ve desteklerinin zayıflaması olacaktır. Çünkü Türkiye’nin geliştirdiği barış ve diyalog atmosferi ile ülkeler arasında derinleşen ekonomik ve ticari bağımlılık ağları, bir siyasal yöntem olarak şiddeti ve terörü zorunlu olarak dışlayacaktır.
YeniŞafak, 18.10.2009