Şiddet ve İslam Tartışmasına Sahih Bir Soruyla Başlamak

Rusya’nın başkenti  Moskova’da  metroda  patlatılan bombalar sonucu onlarca masum insan,  hayatını kaybetti. Bombayı patlatanların   Kafkas kökenli kadınlar olduğu ifade edilmektedir. Çeçen savaşında eşini, çocuğunu ve ailesini  Rusların saldırıları sonucu kaybeden acılı kadınların, Rusya’dan  intikam almak  için  Kara Dullar  adı altında  bir örgütlenmeyle Rusya’ya  karşı büyük saldırılarda bulunmaya hazırlandıkları ve metro saldırısının da bu acılı kadınlar tarafından  gerçekleştirildiği ifade edilmektedir.

Moskova’daki  Metro saldırısından önce  Mardin’de yapılan  bir konferans  etrafında geniş  tartışmalar yapıldı. İbn Teymiyye’nin Moğol  istilasına karşı halkı direnmeye çalıştığı  Mardin Fetvası’nın, bugün  şiddeti metot  olarak benimseyen örgüt ve yapılar  tarafından  bir meşrulaştırma referansı olarak kullanıldığı  ifade edilerek İslam’ın hiçbir şekilde  şiddetle bağdaşmadığına dair sunumların bu konferansta yapıldığı medyaya yansıdı.
Mardin konferansına verilen tepkilere yaptığımızda  ortada soğukkanlı ve makul değerlendirmeler yapmak yerine reddedici, yargılayıcı ve mahkum edici  argümanların kullanıldığı görülmektedir.Mardin toplantısı, Batı emperyalizminin bir organizasyonu olarak gösterilmekte,  bu toplantının emperyalizmle uyumlu uysal bir İslam’ icat etme projesinin bir parçası olarak  gerçekleştirildiği vurgulanmaktadır.

Dünyaya  hükmetmek isteyen ve Müslüman coğrafyasını kendi çiftlikleri gibi kullanmak isteyen   büyük güçlerin, kendilerine direnmeyen  pasif topluluklar istediği  bir vakıadır. Afganistan ve Irak, bugün Amerika’nın liderliğindeki güçler tarafından işgal edilmiştir. Özellikle  Bush döneminde Amerika, saldırgan emperyalizm  diyebileceğimiz bir politika uygulayarak Müslüman coğrafyayı kana bulamış ve yüz binlerce masum insanın kanının dökülmesine neden olmuştur. Afganistan’ın Ruslar ya da Amerikalılar tarafından işgal edilmesi arasında hiçbir fark yoktur. Bağdat’ı bombalamak veya  Hiroşima’ya atom bombası atmak da aynı derecede  ve nitelikte şiddet ve terörizmdir.

Amerika, Rusya ya da  İsrail nasıl devlet terörizmi uyguladılarsa  el-Kaide, Taliban, Hizbullah gibi örgüt ve yapılar da Türkiye’de, Afganistan’da, Pakistan’da ve başka ülkelerde   terörizm ve şiddetle yüzlerce insanın hayatına  mal olan eylemler gerçekleştirdiler. Bu örgütlerin, büyük devletlerle olan bağlantılarını gündeme getirerek  onların    şiddet ve terörizmini kendimizden soyutlamaya çalışmak anlamlı, yeterli  ve sorumlu bir çaba değildir.

Terör ve şiddet konusunda Müslüman dünyanın yeni bir anlayış biçimine ihtiyacı vardır. İslam şiddetle bağdaşmaz, İslam kılıç dini değildir diyerek Oryantalizmin  klasik suçlamaları karşısında  savunmacı bir pozisyon takınmak artık yeterli değildir.İslam coğrafyasında meydana gelen şiddet örgütlerini ve olaylarını Batılı ülkelerin tezgahı olmaya indirgemek de artık tatmin edici olmaktan çıkmıştır.

Müslümanlar, şiddet ve terörün en büyük yaratıcıları değil, en büyük kurbanlarıdırlar. En büyük kurbanlar olarak, Müslüman dünyanın  terörün ve şiddetin hem kendi içindeki hem dışarıdaki kökleri, nedenleri, örgütlenmeleri ve gelişimi üzerine duygusal, düşünsel, kültürel, tarihi, siyasi ve sosyal gibi değişik boyutlar üzerinde düşünmesi,  terör ve şiddetin derinlikli bir muhasebesini yapması lazımdır. Müslüman dünya, hem dışarıdan  hem içeriden gelen terör ve şiddetle köklü bir hesaplaşmaya geçmediği  sürece ağır  insani bedeller vermeye devam edecektir.

İslam’da şiddet yoktur  şeklinde yapılan   standart  savunma yerine bugün İslam, insan ve hayat arasındaki   güçlü bağdan öte özdeşliğin gündeme getirilmesi gerekmektedir. İslam, yeryüzünde öldürme, yok etme üzerine kurulu bir tehdit, yok etme ve ölüm kültürü yaratmayı hedefleyen bir din değildir. İslam ve Kuran,  ölüm yerine hayatı,  barbarlaşmak yerine insanlaşmayı, fanatizm yerine  özgürlüğü esas alan bir dindir. Şiddet ve terör, İslam’a  en derin yabancılaşmayı ve  karşıtlığı temsil etmektedir. Fethullah Gülen’in ifade ettiği gibi, terörist olanın  artık Müslüman kalması mümkün değildir ( Bkz.: E.Çapan, Ed., İslam’a göre Terör ve İntihar Saldırıları, İstanbul : Işık, 2004, ss. 10-11). Müslümanlık ve terörizm, birbirini dışlayan ve bir araya gelmeyi kabul etmeyen zıt durumlar ve kimliklerdir. Birinin olduğu yerde, diğeri kaçınılmaz bir şekilde ortadan kalkmaktadır. Müslüman kimliği, kendisini insanlık karşıtı her türlü fiil ve düşünceden arındırmalıdır. Bu bağlamda şiddet ve terörizmin hiçbir şekilde dindarlığın bir gereği  olamayacağının farkına varılması çok önemlidir.Şiddet ve terörizm, hiç kimseyi daha iyi  dindarlar haline getirmediği  gibi, bilakis şiddet ve terörizm  dindarlığı ve insanlığı birlikte ortadan kaldırmaktadır. Şiddet tarafından iğfal edilen dindarlık artık  dindarlık değildir, vahşetin başka bir şeklidir.

İslam, şiddet ve terörizmi vahşileşmek olarak değerlendirdiği gibi, barış, adalet ve özgürlük değerlerini de yüceltmektedir.İslam terörle bağdaşmaz  söylemi, hiçbir  saldırganlığı, zulmü, baskıyı, emperyalizmi ve kolonyalizmi meşrulaştırmak için kullanılamaz.İslam, barış, adalet ve özgürlüğü tehdit eden her türlü eylemin, kişinin, grubun, gücün ve  devletin karşısındadır. Ancak İslam,  barış adalet ve özgürlüğü tehdit eden güçlere karşı,  insana tek alternatif  olarak şiddetle karşılık vermeyi dayatmaz. Özgürlüğü, barışı ve adaleti şiddet  kullanarak  tehdit edenlere karşı güç kullanmak, yaratıcı bir cevap değildir.
Şiddete şiddetle karşılık vermek, bir şiddetle mücadele yöntemi değil, şiddeti basit bir taklitten başka bir şey değildir. Herhangi bir şiddetle karşılaşıldığında çoğu  kimsenin aklına, hemen  şiddetle karşılık vermek gelmektedir. Aslında şiddetle karşılaşmak önümüze  konulan büyük bir meydan okumadır. Şiddetle karşılaşıldığı takdirde ne yapılacağı sorusu, günümüzün en büyük meydan okumasıdır. Bu büyük meydan okumanın  önümüze dikildiği anda İslam, herkese şu soruya cevap arama sorumluluğu yüklemektedir: Şiddetle karşılaştığımda şiddete şiddetin dışında hangi yaratıcı ve yapıcı yollarla cevap verebilirim?Günün sorusu, İslam’ın şiddetle bağdaşıp bağdaşmadığını gündeme getirmek değil, bu  sorumluluğun nasıl gerçekleştirildiği üzerine ciddi olarak düşünmek ve yeni çözümler bulmaktır. Bu sorunun, tek bir cevabı yoktur. Hepimizin bu soruya  verdiği kendi özgün cevaplarımız olmalıdır. Sorunun tek, cevabının çok olması  önemli değildir. Önemli olan bu soruya verilen cevaplar arasında şiddetin hiç olmamasıdır.

05.04.2010

 

 

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et