Türkiye’de tek parti yönetimi zamanında parti kurma ve iktidara muhalefet etme imkânı var mıydı? Siyasî kadrolar ne zaman birden çok adayın-partinin eşit şartlar altında yarıştığı demokratik seçimlerle işbaşına geldi? Hatta, açık söyleyelim, Mübarek bu bakımdan, bizim tek parti yönetiminden daha başarılı sayılmaz mı? Basın özgürlüğü Mısır’dakinden fazla mıydı? Tek parti yönetimi dönemi yöneticileri Mübarek gibi kendilerine neredeyse Tanrısal vasıflar atfedip, varlıklarını topluma bir lütuf olarak görmedi mi?
Dünya medyası Mısır’da Mübarek’in iktidardan uzaklaştırılmasına “devrim” adını verdi. Devrim kelimesinin kafamda her durumda pozitif çağrışım yapmasına sebep olacak bir zihni kategorizasyona sahip değilim. Bir başka deyişle her devrimin zorunlu olarak iyi olduğuna inanmam. Örnek vermek gerekirse Fransız Devrimi ile Bolşevik Devrimi’nin insanlığın başına gelen büyük felaketler arasında yer aldığını düşünmekteyim. Beşerî ilerlemede evrimin daha insanî ve daha yararlı bir yol olduğu kanaatindeyim. Buna rağmen, devrim kavramını popüler anlamıyla sözlüklerden ve akıllardan silmek mümkün olmadığı için, kavramı kullanmayı fakat devrimleri iyi ve kötü diye ikiye ayırmayı tercih ediyorum. Kötü devrimlerin iki tipik örneğini verdim. İyi devrimlere örnek olarak, İngiliz Sanlı Devrimi’ni ve Amerikan Devrimi’ni gösterebilirim.
Bu çerçevede bakıldığında Mısır’da 18 gün içinde ve nispeten az kan dökülerek gerçekleştirilen iktidar değişikliğinin iyi türden bir devrim olduğu aşikâr. Sanırım bu fikri dünyanın orasındaki burasındaki diktatörler ve yakın çevreleri hariç herkes paylaşmakta. Mısır devrimi özgürlük ve demokrasinin zafer hanesine yazıldı. Dünya televizyonlarına yansıyan görüntüler Mısır’da insanların ana talebinin özgürlük olduğunu gözler önüne serdi. Milyonlar Mübarek’e “Cehenneme git”, “Defol git”, “Özgürlüğümüz için öleceğiz” türünden sözlerle isyan etti. Sonuçta istedikleri oldu, Mübarek tahtını bırakmak zorunda kaldı. Fakat bunun yetmeyeceği açık. Mühim olan onun şahsında cisimlenen rejimin bundan sonra hangi yolda ilerleyeceği. Mısır’ın demokrasiye mi kavuşacağını yoksa halkın devriminin cari rejim lehine kaçırılma akıbetine mi uğrayacağını önümüzdeki aylarda göreceğiz.
MISIR TÜRKİYE’NİN GEÇMİŞİ GİBİ
Mısır’da olan biteni, Mübarek gibi, Tür-kiye’deki bazı kişi ve kesimler de kavrayamadı. Bunlar gerçeği çarpıtan, tersyüz eden yorumlar yaptı. Türkiye’nin tek parti yönetimi dönemindeki icraatlar sayesinde demokratik bir ülke olma şansını yakaladığını iddia etti. O dönem olmasaydı Türkiye bugün demokrasi olamazdı dedi. Daha da ileri giderek, Mısır’da olanın AKP idaresindeki Türkiye’de de olması yolunda temenniler dile getirdi.
Bu tam bir çarpıtma. Bir akıl tutulması. İki ülke arasında küçük bir karşılaştırma yapmak dahi hakikati ortaya sermeye yeterli. Mübarek dönemi Mısır’ı ile bugünkü Türkiye arasında siyasi sistem bakımından benzerlikler az ve ülkemizde mevcut benzerlik unsurları da demokrasinin ürünü değil, tek parti yönetimi döneminin kalıntıları. Yani, bir benzerlik varsa bu Mübarek yönetimindeki Mısır (1981-2011) ile tek parti yönetimindeki Türkiye (1925-1945) arasında.
Hüsnü Mübarek, otuz yıl süren bir tek adam yönetimi kurarak devraldığı diktatörlüğü pekiştirdi. Ülkeyi bir zulüm ve baskı makinesi ile kuşattı. Silahlı kuvvetleri iktidarının destekçisi olarak elinde tuttu. Bir polis devleti marifetiyle muhalefeti ya tümden tasfiye etti ya da varlık gösteremeyecek şekilde ezdi. Komünist bloğun yıkılmasından sonra yoğunlaşan demokrasi talepleri ve uluslararası baskılar üzerine görünürde çok partili, aslında tek partili bir sistem kurdu. Partisi Nasyonal Demokratik Parti bir ağ gibi ülkeyi sardı. Başka partiler de vardı, ama hepsi NDP’nin uzantısıydı ve Mübarek’in kesin kontrolü altındaydı. Mübarek hiçbir zaman demokratik seçimler yapmadı. Asla halkı tarafından demokratik seçimlerle devlet başkanlığına getirilmedi. Demokratik seçimler birden çok gerçek adayın katıldığı seçimlerdir. Mübarek buna hiç izin vermedi. Sivil toplum kuruluşlarının doğmasına müsaade etmedi. Bazılarının zavallı öncülerini (mesela Saadeddin İbrahim’i) zindanlarda çürüttü. Medyayı sansürledi, halkı manipüle etme aracı olarak kullandı. Kendisini Mısır’la özdeşleştirdi. Ona sadık olmanın Mısır’a sadık olmak, ona hizmet etmenin Mısır’a hizmet etmek anlamına geldiğine inandı ve halkını da bunu kabul etmeye zorladı.
Bütün bunlar size tarihimizden tanıdık gelmiyor mu? Tek parti yönetimi zamanında parti kurma ve iktidara muhalefet etme imkânı var mıydı? Siyasî kadrolar ne zaman birden çok adayın-partinin eşit şartlar altında yarıştığı demokratik seçimlerle işbaşına geldi? Siyasî sistemi sorgulamayacak, iktidarın gerçekten değişmesini talep etmeyecek, görünürde muhalefet sanılacak, aslındaysa CHP’nin bir şubesi olacak bir parti kurarak sanal birçok partili sistem yaratmak istenmedi mi? Hatta, açık söyleyelim, Mübarek bu bakımdan, bizim tek parti yönetiminden daha başarılı sayılmaz mı? Türkiye Cumhuriyeti’nin anti-demokratik döneminde sivil toplum devletin kontrol etmediği bütün cemiyetlerin kapatılması ve geleneksel dinî oluşumların yasaklanmasıyla neredeyse tamamen tasfiye edilmedi mi? Basın özgürlüğü Mısır’dakinden fazla mıydı? Tek parti yönetimi dönemi yöneticileri Mübarek gibi kendilerine neredeyse Tanrısal vasıflar atfedip, varlıklarını topluma bir lütuf olarak görmedi mi? Mübarek gibi kişi kültleri yaratmadı mı?
Baas sosyalizmi tasfiye edilmeli
Türkiye 14 Mayıs 1950’de seçim yoluyla tek partili sistemden çok partili sisteme döndü, demokrasiye geçti. Bu, toplumun bir zaferiydi ve tek parti yönetiminin attığı temeller sayesinde değil, onun zihniyetine, kurumlarına, ideolojisine rağmen, onlara bir reddiye olarak gerçekleşti. Bunun olması Türkiye için bir mahkûmiyet, bir mecburiyetti. Böyle olmasaydı, ülke, kaçınılmaz olarak, bir kanlı ayaklanmaya, belki bir iç savaşa sahne olacaktı. Bu harika dönüşümde İnönü’nün de bir payı bulunmakla beraber asıl kahramanlar toplumun kendisi ve Adnan Menderes’ti. Menderes’in liderliğinde Demokrat Parti tek parti yönetimini alaşağı etti. Ve bunu barışçıl bir yolla yaptı. İnönü ilk demokratik seçimin sonuçlarına çok şaşırdı, zira, bütün diktatörler gibi o da kendisinin toplumun velinimeti olduğuna inanıyor ve halkın bu gerçeği anlayıp takdir etmesini, yani kendisini seçmesini bekliyordu. Bir ölçüde kendisi ama ondan çok daha fazla yakın adamları demokrasiye geçildiğine pişman oldu. Bu kimselerin izinden gelenler hâlâ “demokrasiye erken geçildi” tekerlemesini tekrar edip duruyor.
Mısır 60 yıl gecikerek de olsa Türkiye’nin izinde. Mısır’ın Türkiye’den alabileceği, alması gereken dersler var. İşi baştan sıkı tutup ülkenin otoriteryen resmî ideolojisini, yani Baas sosyalizmini ya tamamen tasfiye etmek veya demokrasinin sınırlarını ve kurallarını kabul eder hâle getirmek birincisi. Önce idarî ve siyasî yapılanmada bir demilitarizasyona gitmek ve sonra orduyu kesin sivil kontrol ve denetim altına almak ikincisi. Bunları başaramazsa, korkarım, Türkiye’nin hâlâ çözmeye çalıştığı bu problemler Mısır demokrasisinin de geleceğini karartacaktır.
Zaman-Yorum, 18.02.2011