Hayat hakkı insanın en temel hakkıdır. Diğer tüm haklar ondan kaynaklanır. Hayat hakkı olmadan diğer doğal haklar ile sivil ve siyasî hakları var ve kullanılıyor olamaz.
Hayat hakkı hayat hakkıdır. Ona bundan daha iyi bir isim bulunamaz. Onun muhtevasını başka bir adlandırma daha iyi anlatamaz.
Bazı anarko-kapitalist yazarlar hayat hakkını bir tür mülkiyet hakkı olarak görüyor, adlandırıyor. Öldürülen kişi için “mülkiyeti elinden alındı” diyor. Bu yanlış bir yaklaşım. Hayat hakkı mülkiyet hakkına indirgenemez ve mülkiyet terimleri kullanarak münasip biçimde ifade edilemez. O mülkiyet ve hürriyet hakkını da kapsar ama onlardan daha geniş ve daha temeldir. İnsanın hayat hakkının elinden alınması bir mülkünün elinden alınması gibi bir şey değildir. Hayat hakkının kaybı sıradan bir mülkiyet kaybı gibi görülemez. Hayat hakkı elinden alınan kimsenin diğer haklarından bahsetmek anlamsız olur.
Hayatın akışı içinde insanların birbirlerinin hayat hakkına kastettiği oluyor. Beşerî hayatın doğası bu. Ancak, en çok sayıda insanın hayat hakkına en büyük zararı veren, olağan insanî ihtilâflar ve kavgalar değil muhteris siyasî projeler. Tarihe bu gözle bakıldığında çeşitli türden siyasî plan ve projelerde insan hayatının adeta su gibi harcandığı görülüyor.
Bir senaryo üzerinden konuşalım. İki tane siyasî proje sahibi şahıs olsa. Bunlar bu projeyi gerçekleştirmek için şiddete baş vurmakta beis görmese. Bu çerçevede, diğer insanların hayat hakkına da zarar verse. İnsanları siyasî projelerine engel olduğu veya uymadığı, ayak uydurmadığı gerekçesiyle öldürse. Siyasî projelerini bir ceset yığını üzerine inşa etmeye kalışsa. Başarılı veya başarısız, ardında ceset yığınları bırakarak ölüp gitse. Bu kimseleri ve yaptıklarını nasıl değerlendirmek gerekir?
Elbette bunların her ikisinin de hayatına saygı duymayan, insanların hayatını keyfî biçimde ellerinden alan kâtiller olarak görülmesi ve lanetlenmesi gerekir. Ama durun, acele etmeyin. Bu iki kişinin her biri hakkında ne deneceği, arkalarından neler konuşulacağı, tarihte nereye yerleştirileceği büyük bir ihtimâlle siyasî projelerinin dayandığı ideolojiye bağlı olacaktır.
Diyelim ki kâtillerden biri faşist diğeri sosyalist. Faşist kâtilin kınanacağından, lanetleneceğinden, hiç anılmayacağından veya nefretle hatırlanacağından emin olabilirsiniz. Bu kişi insanlığın utançlarından biri olarak tarihin kara sayfalarına gömülecektir. Hiç kimse onun bir idealin peşinden koştuğu, halkının iyiliğini istediği, idealleri uğruna fedakârlıklar yaptığı için onu yüceltmeyecektir.
Bu katillerin ikincisi sosyalist ise onun faşist kâtile olduğu gibi muameleye maruz bırakılmayacağından da emin olabilirsiniz. O yüksek insanî idealler uğruna savaşan bir kahraman, tarihte iz bırakmış bir devrimci, insanlığın iyiliği için çalışmış bir öncü olarak görülecektir. Lenin ve bir ölçüde Stalin ile Hitler denen adamların ardından yazılıp konuşulanlar tam da bu dediğimi doğrulamaktadır. Sovyet despotizmini yaratan, binlerce insanı gözünü kırpmadan katlettiren, siyasî muhaliflerini öldürtme ve toplama kamplarına tıkma uygulamalarını yaratan Lenin bir kahraman, bir insanlık savaşçısı, bildiğimiz kara siciliyle Hitler ise haklı olarak bir cani olarak görülmektedir. Hemen hemen aynı şeyleri yapmış bu iki tarihî figüre böylesine farklı bakışın altında Lenin’in sosyalist, Hitler’in ise faşist (aslında bir tür sosyalist, yani nasyonal sosyalist) olması yatmaktadır.
Latin Amerikalı sosyalist kâtillerden Che Guevara geçenlerde ölüm yıldönümü münasebetiyle anıldı. Geleneksel ve sosyal medyada hakkında övgüler dizildi. Devrimci öncülüğünden, adalet arayışından, yiğitliğinden filan bahsedildi. Oysa Che’nin yaptıklarını yapan ama sosyalist olmayan kimseler kınanıyor ve lanetleniyor.
Sosyalist kâtillerin bu ayrıcalığı nereden kaynaklanıyor? Şüphe yok ki geniş anlamdaki entelektüel dünyadaki açık ve örtülü, doğrudan ve dolaylı, yüzeysel ve derine sinmiş sosyalist tahakkümden. Bir faşist şu veya bu amaç için adam öldürünce kâtil oluyor ve kınanıyor ama Che gibi bir sosyalist insan öldürünce cinayet görmezden geliniyor ve fail övgüler alıyor. Oysa Che bir taraftan Küba’daki tüm insan haklarını ayaklar altına alan korkunç baskı rejiminin kurucularındandı diğer taraftan da önce Latin Amerika sonra Afrika’daki başarısız “devrimci mücadele”sinde insanları keyfince harcayan, pek çok kişinin hayat hakkını gasp eden bir caniydi. Che insan öldürmekten ve öldürtmekten büyük zevk alan bir ruh hastasıydı. Bir seferinde devrimci mücadele için üslendiği köyde devrimci ordusuna katılmaya zorladığı pek çok köylüyü sabah geç kalkarak disiplinsizlik yaptıkları gerekçesiyle kurşuna dizdirtti. Astım hastası olarak adrenalin yükselmesinin ona iyi geldiğini söylüyor ve cinayetlerini heyecan duymak, heyecanını artırmak için de işliyordu. Böyle bir adam faşist olsaydı çoktan lanetlenir ve yerin dibine sokulurdu. Sosyalist olduğu için göklere çıkartılıyor.
Evet, bazıları katiller arasında ayrım yapıyor; faşist kâtilleri lanetlerken sosyalist kâtilleri seviyor, övgüyle anıyor.
– http://www.hurfikirler.com/castro-son-devrimci-katil/
– http://www.hurfikirler.com/biz-diktatorlerin-sosyalist-olanini-severiz/
– http://www.hurfikirler.com/sosyalist-katil-che-guevaradan-10-dehset-verici-alinti/
Yeniyüzyıl, 18 Ekim 2018