Kendilerinin tanımladığı bir liberalizmi liberallerin savunduğu liberalizmmiş gibi eleştirenlerin ve her insan toplumunda karşımıza çıkması mukadder problemlerin liberal ilkelerin uygulanmasından doğduğunu sananların temel korkusu, insanların özgür olmasıdır.
Çizgileri teferruatta farklılaşsa da böylelerinin ortak özelliği insana güvenmemek; insanı kendi tercihlerini yapmaya muktedir, akıl fikir sahibi bir varlık olarak görmemek; insanın sıkı bir kontrol ve denetim altında tutulmasını istemektir. Bunu ne adına yaptıklarının bir önemi yoktur. İster bir pozitivist bilim anlayışı, ister bir sert ideoloji, ister bir hayat tarzı, isterse bir dinî düşünce adına yapılsın, bunun neticesi, şanslı durumlarda bireysel hayata müdahalecilik, daha kötü durumlarda bireyi tam manasıyla boğan totaliterizmdir.
Özgürlükçü felsefenin temelleri ve önermeleri gayet açıktır. İnsan diğer canlılardan farklı bir türdür. Akıl ve irade sahibi, değer taşıyıcı, hayata amaç biçici bir varlıktır. İnsanlar dinî-felsefi inanışlar; zevk ve tercihler; hayat tarzları vs. bakımından birbirlerinden farklılaşırlar. Bunun kötü bir şey olduğunu söyleyenler iyi ve ideal toplumun aynı amaçlar ve değerler etrafında toplanmış insanlardan müteşekkil bir toplum olduğunu düşünürler. Farklılıkların ortadan kaldırılmasını veya asgariye indirilmesini isterler. Bunun için bireylere ağır toplumsal baskıların yapılmasını ve kamu otoritesinin bu amaca hizmet edecek şekilde yapılandırılmasını ve görevlendirilmesini meşru ve gerekli görürler. Bu anlayışın yarattığı otoriteryen veya totaliteryen sistemlerin somut tarihî ve güncel örneklerini bulmak zor değildir. Bu örneklerde felsefi-ideolojik temeller bir ölçüde farklılaşsa bile düşünce zembereği aynıdır ve ulaşılan siyasal yapılanmalar birbirinin kopyasıdır: İnsana güvenme. İnsanı serbest bırakma. Kamu otoritesine insanı iyi insan hâline getirme görevi ve yetkisi ver. Herkesi birbirine benzet. Benzememekte direnenleri eğit. Daha da direnenleri toplumun iyiliği için yumuşak ve sert yollarla tasfiye et.
LİBERALİZMİN BAŞARISI MUTLAK DEĞİL NİSPİDİR
Liberal-özgürlükçü felsefe beşerî çoğulluğa farklı bir açıdan bakar. Toplumsal çoğulluğu adeta doğal bir olgu gibi görür. Toplumu homojenleştirme peşinde koşmaz. Bunun bir taraftan zulme, bir taraftan çatışmaya yol açacağını düşünür. Barış içinde muhafaza edilecek bir çoğulluğun her bireye ve bütün insanlığa faydalı olacağına inanır. Bu yüzden, liberal düşünürlerin kafasını meşgul eden soru, ideal bireyin ve toplumun nasıl yaratılacağı değil, beşerî çoğulluluğun barış içinde bir arada nasıl tutulacağıdır. Liberal teorinin bu soruya bir cevabı vardır: Pozitif değil, negatif değerlere dayanan bir ortak yaşayış çerçevesinin kurulması. Birçok liberal filozof, ortak insani varoluşun temel değerleri olarak hürriyet, adalet ve barışı saymıştır. Bu değerlerin egemen olduğu bir çerçeve bireye tercih serbestisi tanır ama aynı zamanda tercihlerinin sonuçlarını üstlenme sorumluluğu yükler. Herkes aynı haklara sahip olduğu için her bireyin hareket alanını otomatik olarak diğer bireylerin hak ve özgürlükleriyle sınırlandırır.
Bu liberal çerçeve bize yeryüzünde cennet kurma gücü vermez. Başarısı da mutlak değil nispîdir. O, alternatiflerine göre daha başarılıdır; ama beşerî problemlerin sıfıra indiği bir toplumsal yapı kuramaz. Böyle bir yapıyı esasen hiçbir beşerî çizgi ve çaba kuramaz. Pozitif içeriğe sahip değerlere dayalı her sistem, ister dinî ister seküler olsun, sekteryen kalır ve birilerini kayırıp birilerini ayrımcılığa tabi tutar. Nispî fakirlik, “eşitsizlik”, “açgözlülük”, ahlak kurallarını ihlal, hırsızlık, gasp, şiddet kullanma, cinayet, tecavüz gibi sorunlar ve suçlar hiçbir sistemde ortadan kaldırılamaz. Bu yüzden, liberal özlü bir sistemi şu veya bu görüş adına eleştirenlerden kendi sistemlerinin hangi bakımdan ve nasıl daha başarılı olacağını açıklamalarını istemek hakkımızdır.
Liberalizm eleştirilerindeki çelişkileri ve bilgisizlikleri de gözden kaçırmamak gerekir. Bir teoriyi hem mekanik hem relativist olmakla itham etmek ve bir taraftan özgürlüğün her kültürde ayrı bir tanımının yapılabileceğini ileri sürerken diğer taraftan relativist olmayı başkalarına yakıştırmak çok hoş doğrusu. Keza, merkantilist bir iktisat anlayışına sarılıp, birinin zenginliğini ötekinin fakirliğiyle açıklamak gibi dünya iktisat tarihi tarafından yalanlanan bir iddiayı cesaretle tekrarlamak da ilginç. İnsanın serbest iradesiyle seçtiği amaçlarının ve insani güdülerinin peşinden koşmasından rahatsız olmak ise insanı pek tanımamanın işareti. Her insan kendisinin ve yakınlarının hayat şartlarını iyileştirmek ister, bunun için gerekli olduğunu düşündüğü şeyleri yapmaya çalışır. Siz hiç aksini yapan kimse gördünüz mü? Liberalizmle sekülerleşme arasında bir zorunlu ilişki kurmak da bir zorlamadır. Bireylerin ne yapacakları, bir dine bağlı kalıp kalmayacakları, dinin hayatlarındaki yerini ne genişlikte tutacakları onlara kalmıştır. Birçok faktöre bağlı olarak bu alanda dalgalanmalar vuku bulur. Toplumları sekülerleşmeye zorlamak ne kadar yanlışsa, sekülerleşme olmasın diye dindarlaşmaya veya dindar kalmaya zorlamak da o kadar yanlıştır. Bu arada, en radikal sekülerleşme sosyalist rejimlerde gerçekleşmiştir. Liberal ülkelerde inananlar dindarca yaşayabilmişlerdir. Batı tarihinde reformasyon ve sekülerleşmeyle Hıristiyanlığın adeta kutsaldan arındırıldığı ve toplumsal hayata etkisi olmayan bir ritüeller toplamı hâline getirildiği görüşü de tarihî ve maddî temelden mahrum bir iddiadır. Batı’da olan, Hıristiyanların dinlerinden uzaklaşmasından ve dinin klasik fonksiyonlarını kaybetmesinden çok Batı toplumlarının çoğullaşması ve laiklik ve din özgürlüğü gibi kavramların tesiriyle vatandaşlığı din temelinde tanımlamaktan uzaklaşmasıdır.
GERÇEKTEN ÖZGÜR OLABİLMEK İÇİN…
Müslümanlık siyasî ve ideolojik bir pozisyona işaret etmez. Onu böyle takdim edenler Müslümanlığa büyük kötülük etmektedir. Müslümanlar sadece siyasi ve ideolojik görüşleri bakımından değil dini okuma ve temel dinî meselelere bakışta da muazzam bir çeşitliliğe sahiptir. Bunu görmezden gelip dinde yorumlama tekeline sahipmiş gibi yazıp çizmek Müslümanlara haksızlıktır. Özgürlük her insanın hakkı ve ihtiyacıdır. Müslümanlar da elbette özgür olmalı ve hayatlarını genel insan hakları çerçevesinde dinlerine göre tanzim edebilmelidir. Ancak, onların bu hakka sahip olması, başkalarının da aynı hakka sahip olmasına bağlıdır. Bir İslam ülkesinin gerçekten özgürlükçü olabilmesi için gayrimüslimlerin de, ateistlerin de, deistlerin de, diğerlerinin de Müslümanlar gibi hayatlarını inançlarına göre tanzim etme hakkına sahip olması gerekir. Ayrıca, İslam’dan vazgeçenlerin veya onu egemen akımdan farklı yorumlayanların da özgür olabilmesi icap eder. İşte bu yüzden ne Müslümanlık, ne Hıristiyanlık, ne ateizm ne de seküler bir dine dönerek klasik dinlerle rekabet eden ideolojiler herkesin barış içinde bir arada yaşayacağı bir çerçeveyi tek başına tesis edebilir. Birilerinin hoşuna gitmese de gerçek açık: İnsanlık, liberal ilke ve değerlere başvurmaya, barışçı ortak hayat çerçevesi kurma ve tekil bireye kadar inebilecek azınlıkları çoğunluklara karşı koruma ihtiyacı ortadan kalkmadıkça devam edecektir.
Zaman, 06.11.2009