Bu soruya, “Ne münasebet, yargıda reform lafı da nereden çıktı! Ülkemizde hukuk sistemi her medeni ülkede olması gerektiği gibi işliyor ve adalet kusursuz tecelli ediyor.
Birinci çizgi, yargıda reform deyince esas itibarıyla bağımsızlığa vurgu yapmayı anlıyor. Bundan kastettiği ise yargının siyasetçilerden etkilenmemesi. Bu görüşü savunanlar diyorlar ki en büyük problem HSYK’nın yapısında. Bu kurulda Adalet Bakanı ve bakanlık müsteşarı yer aldıkça yargı bağımsız olamaz. Siyasi baskı altında kalır. Sonra buna özlük haklarıyla ilgili sorunları, maaşların yetersizliğini, işlerin çokluğunu, çalışma şartlarının kötülüğünü ekliyorlar. Yargı reformu kavramına sığdırdıkları bunlardan ibaret.
İkinci çizgi yargı reformu ihtiyacını daha geniş bir çerçevede ele alıyor. HSYK’nın yapısını, üyelerin geliş biçimini ve kaynaklarını sorguluyor. Demokratik meşruiyet açığına dikkat çekiyor. Yargının hem yapılanmasının, hem mevzuatının, hem de pratiğinin AB müktesebatına uydurulması gerektiğini vurguluyor. Yargının bağımsızlığı yanında tarafsız olmasının da gerektiğinin altını çiziyor. Benim şahsi kanaatim odur ki birinci değil ikinci çizgi kelimenin gerçek anlamında bir reform talep ediyor. İlk çizgi idare-i maslahatçı ve makyaj yaparak mevcut durumu sürdürme amacında. İkinci yaklaşımın haklı olduğunun ve yargıda kapsamlı bir reforma ihtiyaç duyulduğunun son delili Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker’in yeni yargı yılı açış konuşması sağladı. Haksızlık etmemek için açıkça vurgulamak isterim ki Gerçeker’in üslubu ve seçtiği kelimeler önceki yıllardaki bazı konuşmalarda olduğundan çok daha makul ve medeniydi. Gerçeker, politikacılara ders vermeye veya onları azarlamaya kalkmadı. Kendi açısından sistemde gördüğü problemleri ortaya koymaya çalıştı. Bu takdire şayan bir tavırdır ve bir ilerlemedir. Ancak, konuşmanın muhtevasına bakıldığında bir ilerlemeden ne yazık ki söz edilemez. Hatta savunulan bazı fikirlerin anakronik olduğu ve hukukun hakimiyetine de demokrasiye de ters düştüğü söylenebilir.
Sadece Gerçeker değil, başkaları tarafından da savunulduğu için bu görüşlerden bazılarını analiz masasına yatırmak zorundayız. Gerçeker’in yargının bağımsız olması gereği yanında tarafsız olması ihtiyacına da işaret etmesi gayet yerinde olmuştur. Ancak, sonraki kimi cümleleri onun gerçekte bağımsızlığı da tarafsızlığı da tam olarak anlamadığı ve mevcut tabloda tarafsızlığın kimler tarafından nasıl ihlal edildiğini kavramadığı izlenimini uyandırmıştır. Bazı yüksek yargıçlar bağımsızlığın sadece siyasilere -daha doğrusu CHP çizgisinde olmayan siyasetçilere- karşı olması gerektiğini sanıyor. Yargının hem her türlü siyasi müdahaleden hem de bürokratik baskılardan -mesela asker bürokratlarca brifingler yoluyla yönlendirilmekten- masun olması gerektiğini görmüyor. Yargıçların servis otobüsleriyle Genelkurmay karargâhına taşınıp “bilgilendirildiği” bir ülkede yargının bağımsız olduğuna kim inanır? Brifinglere katılan yüksek yargı mensuplarının gerçekten bağımsız olmak istedikleri nasıl söylenebilir?
HSYK’nın üyelerinin kim tarafından seçilmesi gerektiği elbette tartışılmalıdır. Mevcut sistem belki de en kötü sistemdir. Bir kast yapılanmasına dayanmakta ve kendini devamlı yeniden üretmektedir. HSYK üyelerini Yargıtay ve Danıştay, Yargıtay ve Danıştay üyelerini HSYK seçmektedir. Bu yöntem HSYK’da ve Yargıtay ile Danıştay’da bir homojenleştirme yapılmasına çok müsaittir. HSYK üyelerinin çoğunun hep aynı dünya görüşünden olmasına sebep olabilmektedir. Bu, yargının bağımsızlık ve tarafsızlığına yönelik bir tehdit yaratmaktadır.
Son HSYK toplantısında yaşananlar yargı bağımsızlığının yargı mensupları tarafından tehdit edilebileceğinin delilidir. Toplantı, yargı bürokratlarının değil bakanın ve müsteşarın HSYK’da yargıç bağımsızlığının asıl teminatı olma fonksiyonunu üstlenmelerine sahne olmuştur. HSYK, bu bakımdan hayli günahkârdır. Savcılar Sacit Kayasu ile Ferhat Sarıkaya’yı meslekten men eden, avukatlık bile yapmalarını önleyerek hayat haklarını ihlal eden HSYK neye dayanarak yargının bağımsızlığının teminatı olduğunu, olabileceğini iddia etmektedir?
Reform çerçevesinde hâkimler ve savcılar için ayrı ayrı kurullar oluşturulmalıdır. Hâkimlerin ve savcıların birbirine eklemlenmesi önlenmelidir. Avukatlık kurumu kuvvetlendirilmeli ve avukat, savcının muadili olarak görülmelidir. Mahkeme salonlarının yapılandırılması ıslah edilmeli, savcılar kürsüden aşağı indirilmeli ve savunmanın karşısına oturtulmalıdır. HSYK böyle muhafaza edilecekse üye kaynakları çeşitlendirilmelidir. Yasama organı da mutlaka üye göndermelidir. Ayrıca, tanınmış hukuk hocaları ve kıdemli ve itibarlı avukatlar arasından da üye alınmalıdır.
YARGI KENDİ BAŞINA KURAL KOYAMAZ!
Gerçeker’in kuvvetler ayrılığıyla ilgili görüşleri de tashihe muhtaçtır. O, kuvvetler ayrılığı teorisi çerçevesinde üç kuvvetin -yasama, yürütme, yargı- birbirinin eşiti olduğunu sanmaktadır. Bu elbette yanlıştır. Kuvvetlerin parçalanmış olması bunların birbirine eşit olduğunu göstermez. İş bölümünün olduğunu gösterir. Ana kuvvet elbette Meclis’tir. Kanunları Meclis yapar. Meclis aynı zamanda en üst yargı organıdır. Ama kuvvetler ayrılığı teorisi icabı ve yargı hizmetinin teknik bilgi ve kurumsallaşma gerektirmesinden dolayı yargının günlük icrası yargı yapılanmasına bırakılmıştır. Bu, yargının kendi kendini var eden, meşruiyeti kendinden kaynaklanan bir kuvvet olduğunu göstermez. Yargı kendi başına kural koyamaz. Her kural Meclis’ten çıkmak durumundadır. Yargı kendi başına bir adalet anlayışı da icat edemez. O, toplumda hakim adalet anlayışının ajanı olmak durumundadır. O yüzden Gerçeker’in “biz yasamaya üye göndermek istiyor muyuz” mealindeki sözü boş ve anlamsızdır. Yargıçlar kurallarla ilgili bir görüşe sahipseler siyasete girmeli ve Meclis’ten uygun olduğunu düşündükleri kuralları çıkarmaya çalışmalıdır. Meclis iradesini sadece ve sadece insan hakları sınırlandırmalıdır.
Yargı reformu sadece yargı yapılanmasını ve yazılı kuralları değiştirme meselesi değildir. Bu işin kolay kısmıdır. Asıl gerekli olan, zihniyet ve kültür yenilenmesidir. İstediğiniz sistemi getirin, yargıda egemen zihniyeti ve yargı mensubunun içine gömülü olduğu kültürü değiştirmezseniz hiçbir işe yaramayacaktır. Nitekim, son beş yılda yargı mevzuatında önemli değişiklikler yapılmasına rağmen yargı pratiğinde fazla değişiklik yoktur. Yargıçlar göz göre göre eski mevzuata dayalı kararlar verebilmektedir. Yargıda hukuk kültürü de çok zayıftır. Düşünsenize, bazı yargıçlar “devletin varlığı söz konusuysa hukuk filan tanımam” diyebilmektedir. Bunu diyenlerin yargıç olarak görev yaptığı bir ülkede yargıdan çok korkmamız gerekir. Demokratik devleti çeteden farklılaştıran hukuktur. Hukuka uymayan devlet sadece büyük çaplı bir çetedir. Devleti korumanın en baş ve en etkili yolu hukuku korumak ve işletmektir. Gerçek anlamda vuku bulması için yargı reformunu daha geniş bir alana ve zamana yaymak zorundayız.
Zaman, 25.09.2009