Türkiye 24 Haziran’a doğru tam gaz yol alırken HDP cenahındaki iki gelişmenin üzerinde durulabilir. Biri, Kürt ittifakının başarılamamış olmasıdır. Diğeri de, HDP’nin bilhassa Türkiye’nin batısındaki listelerinin oluşumunda radikal sol partilere ağırlıklı bir yer verilmesidir.
İlkinden başlarsak; 24 Haziran’a ittifaklar siyasetinin damga vurduğunu söylemek mümkün. Gerek başarı kazanmak için % 50 + 1’e ihtiyaç duyulması ve gerekse seçim barajının etrafından dolanılması için partiler güç birliğine gittiler. AK Parti ve MHP “Cumhur İttifakı”; CHP, İYİ Parti ve Saadet Partisi de “Millet İttifakı” adı altında birleştiler.
İttifakların egemen olduğu bu süreçte HDP ise her iki ittifakta da yer almadı. HDP’nin Cumhur İttifakı’na girmesinin zaten bir olanağı yoktu. Millet İttifakı’nın bir parçası olmasına ise İYİ Parti karşı çıktı. Her iki ittifakın da dışında kalınca HDP’nin Kürt kimlikli siyasi partilerle bir ittifak kurması gündeme geldi. Bu fikrin lokomotifliğini Kürdistani Seçim İttifakı yaptı.
Makûs talihi değiştirememek
PSK, PAK, Azadî Hareketi, PDK-Bakur ve PDK-T tarafından oluşturulan Kürdistani Seçim İttifakının hedefi; üç konuda (siyasi ilkeler, temsiliyet ve seçimlerdeki birliktelik) birtakım prensipler belirlemek ve bu prensipler dâhilinde bir işbirliği zemini oluşturmaktı. İttifak, HDP ve HÜDA-Par ile bu temelde birçok görüşme gerçekleştirdi.
Ancak bu görüşmelerden arzu edilen sonuç çıkmadı. Birlikteliğin neden başarılamadığı noktasında hangi tarafı dinlerseniz farklı bir öykü duyarsınız. Lakin neticede Kürt siyasi aktörler yine beraber hareket edebilme becerisi gösteremediler ve bir birlik siyaseti inşa edemediler. Makûs talih yine galebe çaldı.
Oysa bu birliğin oluşturulması son derece önemliydi. Birliğin, nicelik açısından değil, nitelik açısından bir değeri vardı. Yani bu ittifak, HDP oylarında bir patlama yaratmayacaktı. Fakat farklı eğilimleri olsa da Kürt siyasetinin temsilcilerinin bir araya gelebilmeleri psikolojik bir bariyeri yıkacaktı. Bunun yaratacağı müspet hava, diğer sorun alanlarında da işbirliği ve dayanışma mekanizmalarının oluşumuna katkı sağlayacaktı. Ancak başarılamadı, önemli bir fırsat harcandı, yazık oldu.
Türkiyelileşme
Türk solu ilen olan ilişkilere gelince, burada öncelikle HDP tabanında bir memnuniyetsizliğin olduğu kayda geçirilmelidir. HDP kurulduğu günden beri bir Türkiyelileşme siyaseti izledi. Bir Kürt partisi olmadığını, Türkiye’nin farklı kesimlerini içine katmayı isteyen ve onları temsil etme iddiası taşıyan bir Türkiye partisi olduğunu ifade etti. Parti, vitrinini de buna uygun olarak tanzim etti.
Türkiye’deki Kürtlerin siyasi temsil bakımından ana gövdesini oluşturan HDP’nin bu tercihi, özellikle milliyetçi Kürt çevrelerinde sert eleştirilere tabi tutuldu. Ancak ben ilk andan itibaren bu Türkiyelileşme siyasetini doğru buldum ve destekledim. İki nedenden ötürü: Birincisi, eğer hedef Türkiye siyasetinin merkezinde ağırlıklı bir rol oynamak idiyse, bu hedefe tek boyutlu ve tek bir grubun temsilini üstlenerek ulaşmanın imkânı yoktu. Türkiye’ye hitap etmek için söylemi ve temsili çeşitlendirmek gerekirdi. Türkiyelileşme siyaseti bunu sağlayabilirdi.
İkincisi, partinin odağındaki Kürt meselesi de, aslında bir Türkiyelileşme siyasetini gerekli kılıyordu. Çünkü Kürt nüfusun göz ardı edilemeyecek bir bölümü Türkiye’nin batısında ikamet ediyordu. Onların taleplerine karşılık vermek, dertlerine derman bulmak ve düşüncelerini siyasal alana taşımak, bütüncül bir Türkiye siyasetini gerektiriyordu. İstanbul’da, İzmir’de, Ankara’da, Adana’da, Mersin’de ve diğer metropollerde yaşayan Kürtlerin sorunları ve bunlara getirilecek olan çözümler, buralarda birlikte yaşadıkları toplumsal kesimlerden bağımsız düşünülemezdi.
“Bileşen hukuku”
Ezcümle, partiyi her kesime açmak ve Türkiyelileşmek esasta doğru bir yaklaşımdı. Ne var ki HDP, bana göre doğru olan bu oyunu, hep yanlış aktörlerle sahneye koymaya çalıştı. Çeşitliliği hep radikal sol yapılarla sınırlı kaldı. Partinin yüzü olarak zaman zaman bazı muhafazakâr-mütedeyyin isimler de öne çıkarıldı ama ağırlık hep radikal solda kaldı.
Oysa radikal solun kendisinin azami bir Türkiyelileşme problemi vardı. Zira HDP’nin bu “bileşenlerinin” toplumda en ufak bir karşılığı yoktu. Türkiye’nin herhangi bir sorununa dair kitlelerce kabul gören bir çözüm önerileri bulunmuyordu. Programları arkaikti; hiçbir geçerliliği olmayan sözlerden ibaretti. Siyaseti, sloganlar üzerinden yürütüyorlardı. Kaldı ki tarih herhangi bir başarılarını kaydetmiş de değildi.
Böylesi profildeki partilerin HDP’yi Türkiye’ye taşıyabilmesi ve halkla sıkı bir bağ dokuyabilmesi söz konusu olamazdı. Olamadı da zaten! Buna rağmen HDP girdiği her seçimde, bütün üyelerini orta büyüklükteki bir otelde toplayabileceğiniz partilerin temsilcilerini Meclise taşıdı. Böylece bu partiler, gerçekte sahip olmadıkları bir gücü HDP üzerinden devşirerek Türkiye siyasetinde güç sahibi oldu.
Hangi mantığın eseri olduğunu çözemediğim bu “kural” bu seçimde de işledi. HDP “bileşen hukuku” çerçevesinde, kimsenin adından sanından haberdar olmadığı partilerin yöneticilerini liste başlarından aday gösterdi. Adaylar arasında çözüm sürecinde destek olduğu için Barzani’ye ergen bir trol ağzıyla saldıranlar da var, kendi türettikleri sıfatlarla Kürtlere hakaret içeren sözler sarf edenler de.
“Hammallık”
Dediğim gibi; bu tercihlerin oturtulabileceği mantıki bir zemini bilmiyorum. Belki en iyisi, Beşikçi’ye kulak vermek. O, Mücahit Bilici’nin kavramsallaştırmasından esinle, bu durumu “hammallık” olarak niteliyor ki, haklı. Yapılan “Türk solunu TBMM’ye taşıma hammallığıdır.”
Beşikçi’ye göre, bazı Kürtler buna “enternasyonalizm” diyerek haklı göstermeye çalışıyor ama takip edilen bu yol enternasyonalizm adına meşrulaştırılamaz. Kendi dışındaki Kürtlere kapıyı kapayan bir siyasetin enternasyonalizm savunusu, içi boş bir kabuk olmaktan öteye gitmez.
Diğer taraftan işin bir de ahlaki yönü üzerinde durmak gerek. İzlenen siyaset hakkında eleştiri okları ilk planda HDP’ye yöneltilmeli ama Türk solu da eleştiriden muaf tutulmamalıdır. Beşikçi’nin sözleriyle “Kendi öz çıkarı için, kendi örgütsel çıkarı için, Kürdlere hammallık yaptırmak etik bir tutum değildir. Bunu, solun, ülkenin, halkın genel çıkarı diye meşrulaştırmaya çalışmak da sağlıklı bir tutum değildir.”
Yanlış anlamaya mahal vermemek için altını çizmek lazım: Burada eleştirilen HDP’nin Türk solundaki partilerle işbirliği ya da ittifak yapması değildir. HDP elbette bu partilerle beraber yol yürüyebilir. Eleştirilen, HDP’nin bu birlikteliği bir kambura dönüştürmesi, sırtına yüklediklerine haddinden fazla bir önem atfederek Türk solunu, Kürtler üzerinden, cirminden fazla yer yakar hale getirmesidir.
Herhalde “HDP, Kürt partisi değildir” derken kast edilen bu değildi.
Evet, HDP Kürt partisi olmasın ama “radikal sol bir Türk partisi” gibi görüntü vermesine de gerek yok!