Önceki yazımda adil seçimlerin objektif şartlarını ele aldım. Bu objektif şartlar karşılanmadan âdil demokratik seçimlerin gerçekleştirilemeyeceğini ve bu yüzden onlar üzerinde tam veya tama hayli yakın bir mutabakat sağlanabileceğini belirttim. Bunun sebebi bu şartları belirleyen kuralların genel ve eşit olması, onlara bağlı kalmanın seçimdeki yarışmacılara (partilere) negatif veya pozitif ayrımcılık yapılması anlamına gelmemesidir.
Ancak, objektif şartlardaki netlik ve kesinlik âdil seçimin sübjektif kuralları grubuna giren şartlarda yoktur. Bazıları bazen sübjektif kuralları objektif kurallardan bile önemli veya objektif kuralların var ve işliyor olmasının ön şartı sayabilir. Başkaları ise onları tamamen ikincil, hatta olsa da olmasa da olur sayabilir veya bir anlamsızlık veya imkânsızlık durumuna tekabül ediyor görebilir.
Sübjektif kurallar, önceki yazıda sayılan objektif kurallar kadar kolay biçimde objektif kurallar kümesine dâhil edilemediği için sübjektif. Onların sübjektifliği onlara atfedilen değerin ve önemin kişiden kişiye, gruptan gruba, durumdan duruma değiştiğini gösterir. Sübjektif kurallar, aynen objektif kurallar gibi, eşitlikle ilişkilendirilir fakat onlardaki eşitliğin objektif kurallardaki kadar kolay sağlanması da ölçülmesi de zordur.
Eşitliği merkeze alarak âdil seçimin sübjektif kurallarını şöyle gruplandırabiliriz:
- Malî eşitlik
- Propaganda araç ve imkânlarına ulaşmada veya onları kullanmada eşitlik
Bu yazıda malî eşitsizliği ele alacağım.
Başka bir açıdan âdil seçimin sübjektif şartlarını objektif şartlarda olduğu gibi hukukî eşitlik-mevzuatta eşitlik olmaktan ziyade alanda ve fiilî durumda eşitlik olarak tasvir ve tavsif edebiliriz.
Malî (maddî) eşitlik, geniş anlamda, her milletvekili adayının, her cumhurbaşkanı adayının veya her partinin eşit veya eşite yakın malî imkânlarla seçme girmesi anlamına gelir. Ancak, tek tek milletvekili adayları üzerinden konuşmak, incelemek zor olacağından onu partiler üzerinden tartışabiliriz. Malî güçleri partilerin seçimler için yapacağı harcama miktarlarında farklara sebep olur. Partilerin seçim bütçeleri birbirlerininkine nispetle daha az veya daha çoktur. Çok olan örneğin daha fazla miting düzenleyebilir, medya ilânlarını daha çok kullanabilir. Daha fazla broşür, afiş, parti bayrağı hazırlayıp dağıtabilir. Daha çok araç kiralayabilir… Bu durum bütçesi şişkin olan partileri öyle olmayanlara nazaran daha avantajlı hâle getirebilir.
Bu durumda, öncesini bir tarafa bırakırsak, partilerin malî eşitliği hepsinin aynı veya aynıya yakın büyüklükte kampanya bütçeleriyle seçime girmeleri anlamına gelir. Bu temenni edilebilir ama temenni etmekle gerçekleştirilemez. Düşünceler ve düşüncelere dayalı öneriler geliştirmede mesafe alabilmek için mecburen partilerin nasıl finanse edilmesi gerektiği meselesine gitmek gerekir.
Siyasî partilerin finansmanında iki ana yöntem var. Partiler ya üyeleri ve/veya sevenleri tarafından ya da devlet bütçesinden finanse edilebilir. Bu yöntemlerin her birinin faydaları ve mahzurları, birbirlerinden üstün ve zayıf tarafları vardır.
İlk yol tercih edilirse, partilerin malî imkânlarının birbirinden farklı –küçük veya büyük- olmasından şikâyetçi olmak anlamsızlaşır. Zira partiler üye tabanlarının genişliği, üyelerin sadakati, kurumsallaşma derecesi ve menfaat gruplarıyla ilişkileriyle doğru orantılı olarak fon bulabilir. Siyasetin finansmanı topluma bırakılınca insanların aklına hemen zengin şahısların, büyük şirketlerin genellikle de ‘sağ’ görüşlü partilere büyük destek vereceği gelir. Bu kısmen doğru, kısmen yanlış, fakat her hâlükârda eksiktir. Büyük sermaye çevreleri her zaman ‘sağcı’ partileri desteklemez, ‘solcu’ partilere de destek verir. Ayrıca, partilere aktarılabilecek büyük fonlar yalnızca büyük iş çevrelerinde bulunmaz, işçi sendikalarının ve işçi sendikaları konfederasyonlarının elinde çok geniş finansman imkânları bulunması da az görülmeyen bir durumdur.
İkinci yol takip edilirse, yani partiler devlet hazinesinden finanse edilirse birçok tartışma konusu ortaya çıkar. İlk olarak, hazine fonlarının oluşmasına mecburen katılmak durumunda olan her vergi mükellefinin bu yöntemden memnun kaldığından emin olamayız. İkincisi, ilke olarak partilere hazineden yardım yapılmasını kabul etsek bile, bu yardımın nasıl ve ne miktarda yapılacağını yine olabildiğince objektif kurallara bağlamamız gerekir. Bu da ilk bakışta sanılabileceğinden daha zordur. Örneğin, eski-yeni seçime girecek tüm partilere mi yoksa bir önceki seçime girmiş partilere mi yardım yapılacaktır? Hazine yardımında tüm partiler eşit muamele mi görecektir yani aynı miktarda fon mu alacaktır yoksa fonlar farklılaşacak mıdır? Farklılaşırsa bu neye dayanarak olacaktır?
Seçime girecek tüm partilere yardım etmek bazen çok mantıksız olabilir. Kamuoyu araştırmalarında yüzde yarım oy oranına bile ulaşamayan bir partiye niçin yardım verilsin? Yardım almaya konulabilecek bir eşiği aşan partilere (örneğin önceki seçimlerde yüzde 5’i aşanlara) yardım verilecekse bu eşit miktarda mı olacaktır? Bunda da bir adaletsizlik yok mudur? Yüzde 50 alan parti ile %5 alan partiye aynı miktarda yardım yapmak birini negatif diğerini pozitif ayrımcılığa tabi tutmak, başarıyı cezalandırıp nispî başarısızlığı ödüllendirmek anlamına gelmez mi? Buna benzer pek çok soru sorulabilir.
Bazı ülkelerde bir önceki seçimlere girmiş partilere aldığı her oy için bir ödeme yapılıyor (Almanya). Bazı ülkelerde ise (Türkiye) beli bir oy yüzdesini tutturmuş (%7) partiler hazineden yardımı hak etmiş oluyor. Bu, partilerin kurumsallaşmış olduğu yelerde daha kolay uygulanabilecek bir yöntem. Eşitlikçi bir usul. Gelgelelim partiler arasındaki eşitsizliği tam olarak gidermiyor. Hatta büyük partilerle küçük partiler arasındaki eşitsizliği büyütüyor ve pekiştiriyor. Ayrıca, potansiyeli olan yeni partiler için de bir teşvik sağlamıyor. Belki de engelleyici oluyor.
Görüldüğü üzere partiler arasında malî eşitliği sağlamak zannedildiği basit ve kolay değil. Her yöntemin artıları da eksileri de var. Her yönteme bir tür eşitliği sağlarken başka türden eşitsizlikler yarattığı gerekçesiyle itiraz edilebilir. Bu yüzden malî eşitliği adil seçimin objektif kuralları arasına dâhil etmek hayli zor.