Kültür, bir milletin çağlar boyunca biriktirdiği değerler bütünüdür. Tarih öğretmenimiz, kültürü bu şekilde tanımlamıştı, bize. Ortaokuldaydım.
Tanpınar’la tanışınca, zaman-tarih-toplum-kültür-birikim ilişkisi üzerine daha çok düşünmeye başladım. Liberal düşünce geleneğini ve bilhassa Hayek’i keşfim ise, bir dönüm noktası teşkil etti.
Okuyup anlamaya çalıştıkça, geleneğe ve onun davranış kalıbına dönüşmüş hâli olduğunu düşündüğüm kültür müessesesine saygım o kadar arttı ki, liberal olmasaydım, muhafazakâr olurdum derken buldum kendimi.
Elbette, hangi muhafazakârlık?
Ülkemizde kendini ‘muhafazakâr’ olarak tanımlayanlardan pek azı, bu köklü düşünce akımının tarihi ve teorisi hakkında birşeyler biliyor. Muhafazakâr teorinin kurucusu Edmund Burke’ü okumak bir yana, adını duyanlara dahi nadiren rastlıyoruz. Entellektüel anlamda öylesine sahipsiz ki bu ülkede, gerçek muhafazakârlığı anlatan kitapları basmak bile Liberte yayınlarına düşüyor.
Teoriyi kitaplara bırakıp somut örnekler, hatta teşbihlerle anlatmak istiyorum.
Ziftli asfaltın üstüne dökülmüş çakıl taşlarını düşünün. Birbirinden ne kadar kopuk veya her an kopmaya/sıçramaya hazır halde dururlar. Şimdi de, bu taşların üstünden mütemadiyen akan bir trafik hayal edin. Bu ‘sürekli-yoğunluk’ sayesinde, çakıl taşları zaman içinde hem birbirine, hem zifte iyice yapışır; neticede pürüzsüz denebilecek bir zemin ortaya çıkar.
Kültür ve gelenek deyince, muhayyilemde hep bu örnek canlanır.
İlk kimin ve ne amaçla yaptığından bağımsız (hatta habersiz) olarak çok uzun süredir yapılmaya devam edilen, yapılmasında fayda umulan, en azından zarar görmeyeceğimizden emin olduğumuz pratiklerdir bunlar. Doğruluğundan emin olmadığımız, ancak yanlış olmadığını ‘tecrübe’ ile bildiğimiz şeyler.
Mayınlı bir araziyi, bizden öncekilerin bıraktığı ayak izlerini takip ederek geçmek gibi bir şey bu. Altında mayın olsa idi, orada bir ayak izi bulunmayacaktı!
İsterseniz sizden öncekilerin (geleneğin) bıraktığı izleri takip ederek o mayınlı araziyi güvenli bir şekilde geçersiniz yahut risk alacak adımlar atarsınız. Muhafazakâr teorinin altında, kabaca bu anlayış yatıyor.
Hayatın akışı içinde hemen her konuda üretilen bilginin, zamanla test (tecrübe) edilerek doğruluğuna kani olunanların sonraki safhalarda kullanılmak üzere toplumsal hafızaya atılması ve titizlikle korunması. Muhafazakârların talebi kısaca budur.
Devlete, değer verdikleri bu bilginin koruması için ihtiyaç duyarlar ve bu değerleri koruduğu müddetçe devletle barışıktırlar.
Burke, Fransız Devrimi’ne bu yüzden karşı çıkmıştır. Muhafazakâr kesimlerin Osmanlı’dan Cumhuriyete geçişte gösterdiği direncin ana sebebi de, sanıyorum budur.