Türkiye’nin cumhuriyetinin 94’üncü yılı geçtiğimiz Pazar günü idrak edildi. Bu münasebetle hem ulusal hem mahallî ölçekte resmî ve sivil kutlamalar yapıldı. Gazeteler özel sayfalar hazırladı. Şirketler, belediyeler — bazıları gerçekten güzel — basılı ve görsel medya ilânlarıyla kutlamalara katıldı.
Hürriyet, Aydınlık, Birgün, Cumhuriyet ve Sözcü gazetelerini her gün takip etmeye çalışıyorum. Sebebi, hem haberleri birden çok kaynaktan okumak hem de farklı yaklaşım ve yorumlardan haberdar olmak istemem. Bunun çok yararını görüyorum. Farklı yayın organları üzerinden karşılaştırmalı okumalar yapmayı herkese tavsiye ederim. Adı geçen gazetelerin hem 29 Ekim’le ilgili sayfa ve haberlerini, hem de köşe yazılarını dikkatle inceledim. Merak ettiğim, 29 Ekim’i kavramak ve anmak açısından bu gazetelerde diğer yayın organlarına kıyasla bir fark olup olmadığıydı.
Bu ülkedeki bazı tarihsel vakaların, günlerin ve şahsiyetlerin kimi kesimlerce görmezden gelinirken kimi çevrelerce iyice abartıldığı, mahalleli hariç herkesin bildiği bir sır. 29 Ekim bunların en önde geleni. Bir kesim neredeyse onu tamamen görmezden gelirken, başka bir kesim cumhuriyet olayının kendisini ve fakat daha ziyade Türkiye’nin cumhuriyetini öyle sözler ve övgülerle anıyorve kutluyor ki, insanın bazen gülesi bazen ağlayası geliyor.
Okuduğum gazetelerde bazıları cumhuriyetin özgürlük demek olduğunu yazıyordu. Bunlara soralım: Emin misiniz? Özgürlükle ilgisi olmayan, daha doğrusu özgürlüğü katleden epeyce cumhuriyet örneği var. Onları nereye koyacağız? İran cumhuriyet. İranlılar özgürlükle mi boğuluyor? Ya Kuzey Kore, Küba, Çin Halk Cumhuriyeti? O kadar uzağa gitmeyelim: Cumhuriyet bu topraklara özgürlük mü getirdi? Yoksa mevcut özgürlükleri geriletti mi? Özgürlük kavramına özel bir anlam vermedikçe ve özgürlük ile bağımsızlığı birbirine karıştırmadıkça, hiç kimse 1923’te kurulan cumhuriyetin özgürlük getirdiğini söyleyemez. Tam tersi daha doğru. Osmanlı son yıllarında bir anayasal monarşiydi ve hemen bütün kişisel özgürlükler bakımdan tek partili cumhuriyet dönemine göre daha ilerdeydi.
Hızını alamayan bazıları, cumhuriyetin kurulmasıyla demokrasinin de kurulduğunu söylüyor. Acaba? Tek partili cumhuriyet döneminin özelliklerine sahip bir ülke, hiçbir siyaset bilimci ve anayasa hukukçusu tarafından demokrasi olarak adlandırılamaz. Bunu yapan meslekî itibarını kaybeder. Demokrasi demek, çok partili, periyodik, eşit ve âdil seçimler demektir. Siyasal otoritelerin seçimle gelip seçimle gitmesi, halk tarafından siyasal denetime tabi tutulması demektir. Demokrasinin bu unsur ve kurumları tek parti döneminde mevcut değildi. Bizde cumhuriyet, egemenliği zaten ona gitgide daha sınırlı ölçüde sahip olan saltanat ailesinden aldı, ama halka vermedi. Egemen sınıfa tahsis etti. Bu tuhaf tablo ancak 1950’de değişmeye başladı. O da hazmedilemediği için birçok darbe ve darbe teşebbüsü ortaya çıktı.
Biri cumhuriyetin siyasal eşitlik getirdiğini söylemiş. Cumhuriyet olmasaydı Erdoğan, Yıldırım, Kılıçdaroğlu bulunduğu makamlara gelemezdi demiş. Niye? İngiltere gibi anayasal monarşilerde insanlar parti lideri ve/ya başbakan olamıyor mu?
Bir başka klişe de, cumhuriyetin erdem veya fazilet rejimi olduğu. Demek ki cumhuriyet kaçınılmaz olarak erdeme dayanıyor, fazilet getiriyor. O zaman mefhum-u muhalifinden, cumhuriyet olmayan demokrasiler faziletsiz mi? Anayasal monarşi olan İngiltere, İspanya, İsveç, Danimarka rejimleri ve halkları, fazilet yoksunu olsa gerek.
Okuduğum köşe yazılarında ve yorumlarda daha ne inciler vardı, anlatmak zor. Birine inanacak olursak, bağımsızlık gerilerse laiklik de geriler. O zaman Tayyip Erdoğan laikliği devamlı takviye ediyor olmalı. Çünkü Türkiye’nin daha bağımsız bir ülke olması için çabalıyor. ABD ile aramızın açılmasının ana sebebi de bu.
29 Ekim’de solcu Kemalistlerle Kemalist sosyalistler aynı yerde buluştu. Dünyaya sırf sınıf ilişkileri ve çatışmaları açısından bakan biri, 15 yıl içinde cumhuriyetin geriye gittiğini, hattâ ortadan kalkma durumuna geldiğini yazmış. Ona göre, cumhuriyeti de demokrasiyi de (elbette insanlığı da) kurtaracak olan, sosyalizm. Sol gerilediği için cumhuriyet gerilemiş. Sol olmadan cumhuriyet olmazmış. İyi de, Küba ve Kuzey Kore gibi yerlerde sosyalist cumhuriyetler var, ama ne demokrasi mevcut ne de insanlar refah içinde. Çökmüş sosyalist rejimlerde, meselâ Sovyetler Birliği’nde de durum aynıydı. Bunu nasıl izah edeceğiz?
Sosyolog , iktisatçı, siyaset bilimci edasıyla döktüren gazete yazarlarının analizleri de evlere şenlikti. Bazıları 1917 Ekim Devrimi ile 1923’ün Kemalist Devrimini aynı türün benzer örnekleri olarak sunuyordu. Kimi, halktaki çeşitliliği ve dindarların da bu çeşitliliğin bir unsuru (yani ülkenin eşit vatandaşları) olduğunu unutarak, hayalî bir halk üzerinden bilim adına ve halkın iyiliği uğruna mütehakkim bir rejim istiyordu. Hepsi dine ve dindarlara ateş püskürüyordu. Yazılarına bakınca anlıyorsunuz ki, ellerine güç geçse, tarihe gömüldüğünü zannettiğimiz özgürlük karşıtı laikçi politikaları yine hayata geçirmeye kalkacak ve kafalarındaki iyi vatandaş resmine uymayanlara kan kusturacaklar. Çoğullukmuş, devletin tarafsızlığıymış, insan haklarıymış, kişisel özgürlükmüş, kanun önünde eşitlikmiş; umurlarında değil.
Her ülkenin andığı günler ve olaylar var. Bunlarla ilgili bir siyasî edebiyat yaratılması ve bir ölçüde abartılı kutlamalara gidilmesi de anlaşılır bir şey. Neticede, her ülkede bu vuku buluyor. Başlarda o kadar önemli olmayan Bastille Günü (14 Temmuz) yaklaşık bir asır sonra Fransa’nın “millî günü” ilân edildi. Amerikalılar sadece beş kişinin öldüğü 5 Mart 1770 Boston olaylarını “Boston Katliamı” diye siyasî tarihlerine kaydetti. Dolayısıyla, duygusallaşmayı normal görmek ve bir miktar abartıya anlayış göstermek lâzım. Ama bizdeki 29 Ekim kutlamalarında sergilenen abartı dozu, birçok yerdekiyle mukayese dahi edilemez.
29 Ekim kutlamaları üzerine yazıp çizdikleri, soldan da Kemalistlerden de iyice umudumu kesmeme sebep oldu. On yıllardır aynı tekerlemeleri tekrarlayıp duruyorlar. Yeni bir ses yeni bir nefes yok. Ezberlerden kurtulmaları ve kendilerini yenilemeleri için, hamaseti bir yana bırakıp tarih, siyaset, sosyoloji vb çalışmaları ve hepsinden önemlisi açık fikirli olmaları lazım. Yoksa korkarım daha yıllarca gerçekleri değil hayallerini, hayatta karşılığı olmayan şeyleri, inanmak istediklerini yazıp söyleyecek; birleştirici olması gereken cumhuriyet fikrini şimdiye kadar yaptıkları gibi ayrımcılığın aracı ve zemini olarak kullanacaklar..
İyi ki memleketimizde cumhuriyet var. Maazallah, cumhuriyetleri olmayan İngiltere, İsveç, İspanya gibi olsak ne yapardık!