31 Mart seçimleri, özellikle İstanbul’daki kıran kırana (veya nefes nefese) yarış, tüm dünyada ilgiyle takip edildi. Bu gösteriyor ki, seçimin ve sonuçlarının Türkiye’nin dünyadaki görüntüsü ve imajı üzerinde tesiri olacak.
Daha önce de defalarca yazdım. Türkiye dışarıya enformasyon akışı konusunda tam bir kuşatma altında. Ülke hakkındaki bilgiler dünyaya esas itibariyle FETÖ ve PKK ağları ve kanalları üzerinden gidiyor. Yabancı medya organlarının Türkiye’ye gelen muhabirleri genellikle PKK çevreleriyle ve sol Kemalist muhitlerle temas kuruyor, onlardan bilgi ve yorum alıyor. Yurt dışına ulaşan enformasyonun haber olarak seçilmesinde ve kullanılmasında yayın organlarının editoryal merkezleri Türkiye aleyhine olan her haber ve bilgiye özel önem veren bir bakış açısıyla hareket ediyor.
İşte böyle bir ortam içinde söylenen şey genellikle Türkiye ve Erdoğan aleyhtarı. Erdoğan’ın bir diktatör olduğu, ülkede siyasî muhalefete izin verilmediği, Erdoğan’ın seçim kaybetse bile iktidardan gitmeyeceği, ülkede hukukun hâkimiyetinin ortadan kalktığı, binlerce insanın işine keyfî olarak son verildiği, demokrasinin gerilediği vs. yazılıp çiziliyor.
Yurt dışında Türkiye hakkında dillendirilen bu iddiaların tümünün hepten yalan ve yanlış olduğu söylenemez. Türkiye sorunsuz gül bahçesi olmaktan hayli uzak. AK Parti hükümetlerinin icraatlarından kaynaklanan hiçbir sorun yok da denemez. Ancak, bazı iddialar düpedüz yalan, diğer bazıları ise inandırıcılığı olmayacak ölçüde abartılı. Bunlardan birkaçına işaret edelim.
15 Temmuz’dan bu yana on binlerce kamu çalışanı açığa alındı. Bunların bazıları hakkında davalar açıldı. Diğerleri işsiz kaldı. Bu işlemler arasında hata teşkil edenler bulunduğuna dair kuvvetli işaretler var. İnşallah bu tür hatalar ve doğurdukları mağduriyetler en kısa zamanda giderilir. Ancak, çok sayıda kamu görevlisinin açığa alınmasına durup dururken karar verildiği, bu kararın hukukî ve maddî olarak boşlukta alındığı söylenemez. Öyle ya, neden 15 Temmuz öncesinde böyle bir durum yoktu ama 15 Temmuz sonrasında oldu? Ne tür bir olay vuku buldu ki hükümet bu yola girdi? Bu olayın faili kimdi? Failin özellikleri, yapısı, tarzı neydi? Açık ve alçak bir darbe teşebbüsü püskürtüldüyse onun faili hakkında bir işlem yapılmamalı mıydı? Yüzlerce insanın öldürülmesinin, binlerce insanın yaralanmasının hesabı sorulmamalı mıydı? Söz konusu failin yüzbinlerce insanı gizlice dinleme, sınav sorularını çalarak binlerce insanı haklarından mahrum etme (belki hayatlarını karartma), demokrasi adına yapılan yargılamaları kendi tahakkümünü kurma ve yaygınlaştırma aracına çevirme, uydurma davalar açma, sahte delil üretme, şantaj yapma, tehdit etme, halkın siyasî tercihini silah yoluyla çiğneme gibi her yerde suç olan fiilleri nasıl cezalandırılacaktı? Meselâ, Almanya’da benzer bir durum olsaydı Alman devleti ne yapardı? ABD bunu bir sorun olarak görmez miydi? Görseydi nasıl çözerdi? Her iki ülkenin tarihi de böyle bir suç şebekesiyle karşılaşmaları hâlinde kuralsızlıkta ve merhametsizlikte sınır tanımayacaklarını düşünmemize sebep olabilecek birçok delille, örnekle dolu.
Türkiye’de demokrasinin geriye gittiği söyleniyor. Bu tespitte bazı doğrular olduğunu inkâr edemem. Bazı bakımlardan öyle. Ancak, demokrasi mücadelesi düz bir hat boyunca ileri-geri hareket şeklinde geçmiyor. İç içe geçen, bazen birbirinden ayırt edilmesi çok zor olan birçok hat var. Bütün problemlerine rağmen, son 20 yılda Türkiye demokrasisi birçok bakımdan ilerleme kaydetti. Yabancı gözlemciler AK Parti öncesinde Türkiye’de gayet iyi işleyen bir demokrasi olduğunu var sayıyor. Oysa biz bu ülke sakinleri bunun böyle olmadığını biliyoruz. Türkiye bir bürokratik tahakküm sistemine sahipti. Seçilen siyasetçiler kendini kendini atayan bürokratların elindeki devletin tahakkümü altındaydı. Türkiye Menderes ile başlayıp kısmen Demirel, sonra Özal ve ardından Erdoğan ile devam eden bir süreçte bu sistemi büyük ölçüde yıktı. Böylece demokratikleşme yolunda en büyük adım atıldı. Din özgürlüğü, azınlık hakları, Kürt meselesi gibi alanlarda da Türkiye’de bu dönemde tarihî ilerlemeler gerçekleşti.
Türkiye tarihi boyunca asla tam bir hukuk devleti olamadı. “Türkiye dün hukuk devletiydi bugün hukuk devleti olmaktan çıktı” derseniz Türkiye tarihini bilen herkes size güler. Türkiye dün tam bir hukuk devleti değildi, bugün de değil. Yarın olup olmayacağını da tam olarak bilmiyoruz. Ancak, Türkiye iki bürokratik vesayet yapılanmasını yargıdan önemli ölçüde söktü. Şimdi yargısını âdeta yeniden inşa etmek zorunda. Süreç devam ediyor. Türkiye, hayal kurmayalım, bugün tam bir hukuk devleti değil, ama yarın hukuk devleti olma ihtimâli dünkünden fazla. Yine sorayım: Türkiye’de 14 Temmuz 2016 itibariyle ordu ve polis gibi yargı da demokrasinin tüm meşruiyet kurallarını reddeden, gizli ve yasa dışı olma yanında ahlâk dışı da olan yollarla küçük ve büyük hedeflerini takip eden, bugün FETÖ adıyla anılan bir yapılanmanın kontrolündeydi. Demokrasilerde buna müsaade edilebilir mi? Böylesine sinsi ve kriminal becerisi çok yüksek bir illegal, immoral güç yargıdan tasfiye edilmeden hukuk devleti olunabilir mi? Olunamayacağı açık olduğuna göre bu güç (çete) nasıl (hangi yol ve yöntemlerle) tasfiye edilebilir? Bu tür bir gücün tasfiye edilmesi hukukun hâkimiyetine hizmet mi eder engel mi olur?
Yabancı gözlemcilerin çoğu Türkiye hakkında ya boşlukta ya da yalan, yanlış ve yetersiz bilgiler üzerinden yorum ve değerlendirmeler yapıyor. Başta da işaret ettim. Bunda yurt dışına akıtılan bilgilerin muhtevası kadar o çevrelerin ön yargıları da etkili oluyor.
İşte bu ortamda 31 Mart seçimleri Türkiye için anlamlı ve önemli bir çıkış oldu. Herkes Türkiye’de AK Parti’nin ve Erdoğan’ın özel değer verdiği şehirler olan Ankara ve İstanbul’da mahallî iktidarın seçimler yoluyla değişebileceğini gördü. Türkiye’nin seçimlerinin bazı Batılı mahfillerin alkış tuttuğu ve desteklediği Mısır seçimleri gibi uyduruk şovlar olmadığını anladı. Bu az bir şey değil. Diktatörlüğün bulunduğu bir ülkede seçimlerle mahallî ve/veya genel iktidarın değişmesi düşünülemez. Yarışmacı seçimler zaten yapılamaz. Seçimler bir komedi olmanın ötesine geçemez. Dolaysıyla, 31 Mart seçimleri Türkiye’nin tüm problemlerine, eksikliklerine rağmen demokrasiye sadık kaldığını ve temel demokratik kurum olan seçimi koruduğunu ve yaşattığını bir kere daha gösterdi.
31 Mart’ın Türkiye’ye belki de en büyük katkısı bu. İnşallah İstanbul üzerindeki tartışmalar bu olguya gölge düşürecek şekilde sonuçlanmaz, sonuçlandırılmaz.
Yeniyüzyıl, 6 Nisan 2019