24 Haziran’da yapılacak Cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerine sayılı günler kaldı, heyecan dorukta. Seçim atmosferine giriş tarihinden itibaren popülizm dalgası esiyor. Seçmen grupları da (özellikle de muhalefet bloğu) “her şey bedava olsun, hepimize devlet maaş versin vb” gibi talepleri dillendiriyorlar… Değişik, acayip bir hava var….
Efendim…
Büyük altyapı hizmetlerine kafayı takmışlar, Yavuz Sultan Selim ve Osmangazi Köprüsü, havalimanı gibi. Önce bu yapıların maliyetinden şikâyet ediliyor… sonra asıl sadede gelinip kullanım (geçiş v.b.) ücretlerinin yüksekliğinden ve yapımı üstlenen şirkete garanti araç hedefinin tutmaması halinde hazinenin yapacağı ödemelerden yakınıyorlar.
Türkiye Cumhuriyeti bir çadır devleti değilse işi yapan firmayla yaptığı sözleşmeye bağlı kalmalıdır. Siz öyle yapmıyor musunuz? Genellikle şöyle yapılıyor: Evinizi veya ofisinizi inşa edecek/tadilat yapacak kişi ve kurumla ayrıntılı bir sözleşme yapıyoruz ve en küçük eksiklik veya yanlışlıkta taahhüt ettiğiniz ödemeyi yapmıyor veya soluğu mahkemede alıyoruz. Dolayısıyla, hükümet sözleşmeye bağlı kalmalı ve garanti edilen sayı / kişi / hizmetlerden eksik kalan kısmını ödemelidir. Saydığımız bu altyapı hizmetleri “yap-işlet-devret” yöntemi ile yapılmaktadır. Bu yol, etkili ve iyi bir yöntemdir, fark edildiyse, firmalar aldıkları işi planlanan zamandan önce bitirmek istemektedirler, zira geçen zaman aleyhlerine olmaktadır. Bu yapıların bu şekilde inşa edilmesi Türkiye’nin kısa, orta ve uzun vadede yararınadır. Kısa vadede hazine finansman yükünden kurtularak maliyeti düşük tutabilmektedir. İşletmenin devreye girmesi ile bazı güzergâhlar kısalmakta, transit yollar marifetiyle birim km başına düşen yakıt miktarı azalmaktadır. Büyükşehirlerin trafik ve trafiğe bağlı kaza, tıkanıklık vb. maliyetlerden kurtulma imkânı doğmaktadır. Araç ve seyahat sayılarının artma eğiliminde olduğunu göz önüne alırsak birkaç yıl sonra garanti edilen araç sayısına ulaşılacağını beklemekteyiz. Anlaşma süresi sonunda, yapı tamamen Türkiye’nin olmaktadır. Bu önemsiz bir ayrıntı değildir. Şimdi samimiyetle soruyorum. Benzer bir finansman biçimiyle bize 10 dükkân / ev sahip olma imkânı verilse kaç kişi buna “hayır” bu yol gayr-i ekonomik ve benim için faydasız der acaba? Açalım:
Şehrin henüz yeni gelişen bir bölgesinde bir müteahhit bize “10 dükkân yapmayı” öneriyor. İlk başta bizden az bir para istiyor, “dükkânlar yapılınca 10 yıl ben işleteyim, kiracı bulamadığım dükkânların parasını bana ödersin” diyor. Belli bir kira bedeli için anlaşırsak ve önce ilk yıl 1-2 dükkânın ancak kiraya verilebildiğini varsayıp, 3-5 yıl içinde de dükkânların % 70’inin kiracı bulacağını öngörebiliriz. Süre sonunda 10 dükkânın da mülkiyeti tamamen bizim oluyor. Bu teklife birçoğumuz “evet” deriz. Bu ve benzeri bir yatırım için bizim ekonomik kazançlarımız neyse Türkiye Cumhuriyetinin de en az bizim kadar kazancı olacaktır.
Köprü / yol / tesis ücretinin yüksekliği eleştirisinde daha çok bedavacılık devreye giriyor. Bir şeyin bedava olması mümkün değildir. Sadece maliyeti başkalarının ödemesi söz konusudur. Bedava veya zararına iş / hizmetin bedelini başkaları öder. Adil olan ise, iş / hizmet / malı alanın bunun bedelini ödemesidir. Senin yararlandığın hizmetin bedelini niye ben ödeyeyim? Bana geçerli bir neden söyleyebilir misiniz? Ya da benim aldığım iş / hizmet bedelini niye siz ödeyesiniz? Kabul edilebilir mi? Adil olan mal veya hizmeti alanın bunun bedelini ödemesidir. Mal veya hizmeti sunanın devlet olması bu denklemi değiştirmez. Benim bildiğim en “adil” yol budur. İş veya hizmeti kullanan kullandığı kadarının bedelini ödemelidir.
Seçim vaatleri arasında bedava öğle yemeği, yoldan geçene maaş, yeterli prim ödemesi yapmadan ek maaş, ek ikramiye, erken emeklilik gibi talep ve vaatler bedavacılığa tenezzül edilmesinin göstergeleridir. Devlet işletmelerinin önerilmesi de başka boyuttan bedavacılık talebi veya vaadidir. Bu tür işletme ve tesisler zarar etmekte, zararlar da tüm topluma ödetilmektedir. Özellikle gençlerin bol keseden vaatlere yatkınlığı, bedavacılığa sempati duymaları üzücüdür. Ar-Ge, inovasyon, icat yenilik adımlarını “çok yaratıcı” Y kuşağından bekliyor olmamız sanırım yanlış değildir. Maliyetsiz dağıtım, başka bir ifadeyle karşılıksız verme Allah’a mahsusdur. Her bedavacılık adımı toplum tarafından büyük bedellerle ödenir. Ülke ekonomisi kısa süre içinde çöker oluşan zararı bu işlerde hiçbir günahı olmayan milyonlarca vergi mükellefi alın terleriyle öder. Kaçınılmaz son budur ve bu son kısa sürede hepimizi yakar-kavurur. Son olarak, Nobel İktisat Ödüllü düşünür Milton Friedman’ın ünlü sözüyle bitirelim: “Bedava öğle yemeği diye birşey yoktur”.