Seçimler ülkelerin kaderlerini biçimlendirirler, o nedenle bütün seçimler önemlidir. Bununla beraber bir ülkenin alışılan gelen sistemini değiştirmeye matuf seçimlerin önem dereceleri daha yüksektir. 24 Haziran’da Türkiye’de yapılan milletvekili ve cumhurbaşkanlığı seçimleri, böyle bir seçimdi. Zira bu seçimle birlikte Türkiye, parlamentarizmden cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçmiş oldu. Ayrıca muhalefet partilerinin uzunca bir aradan sonra ilk defa seçimlere ümitli girmesi de 24 Haziran’ın heyecan katsayısını artırdı.
Seçimlere dair değerlendirmeden önce kendi tahminlerimi aktarmak isterim. Parlamento seçimlerinde üç partinin oy oranını tutturabildim. Artı/eksi 2 puan hata payı içerisinde AK Parti’nin % 42, HDP’nin % 12, İYİ Parti’nin de % 10 almasını bekliyordum. Partilerin aldıkları oylar da bu oranlarda gerçekleşti.
Buna mukabil CHP ve MHP’nin oylarını kestiremedim. CHP’yi % 26, MHP’yi ise % 7 tahmin ediyordum. Ne var ki CHP tahminimin altında, MHP ise tahminimin üzerinde oy aldı. Zannederim bu seçimin en büyük sürprizi Bahçeli’nin % 11 oya ulaşmasıydı. MHP’nin beklenenin çok üzerinde bir oy performansı göstermesi herkesi sırt üstü yatırdı.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerine gelince; burada İnce, Demirtaş ve Akşener’in oylarında yanılmadım. İnce’yi % 30-32, Demirtaş’ı % 8-10 ve Akşener’i de % 7-9 aralığında görüyordum. Adaylar bu aralıklarda kaldılar.
Erdoğan’ın oyu ise tahminimin üzerine çıktı. Erdoğan’ı % 48-50 bandında tahmin ediyordum. Dolayısıyla cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci tura kalması ihtimalini aklımın bir köşesinde tutuyordum. Ancak MHP seçmeni Erdoğan’a aşırı bir teveccüh gösterdi ve % 53 oy alan Erdoğan ilk turda cumhurbaşkanlığını kazanıp seçimi bitirdi.
Muz cumhuriyeti
24 Haziran’a ilişkin beş yazılık bir dizi yazmayı tasarlıyorum. Partilerin ve cumhurbaşkanı adaylarının seçmenden gördükleri desteğin anlamını, başarı ve başarısızlıklarının sebeplerini gelecek haftalardaki yazılarda tahlil etmeye çalışacağım. Dizinin bu ilk yazısında, giriş babında, beş temel hususa değineceğim.
(1) Seçimlerin adil koşullar altında cereyan ettiği söylenemez. Her şeyden evvel seçimlere OHAL ile gidildi. Devletin bütün imkanları AK Parti ve MHP’nin ayağına serildi. Valiler, kaymakamlar, kimi rektörler ve yargı mensupları, kilit noktalardaki bürokratlar ve memurlar — aleni olarak — AK Parti görevlisi ve temsilcisi gibi çalıştılar. Medya iktidar blokunun denetimi altındaydı. Muhalefetin manevra alanı daraltılmıştı. HDP’nin cumhurbaşkanı adayı Demirtaş hapishanedeydi.
Ezcümle seçim öncesinde son derece gayri adil bir vaziyet söz konusuydu. Partiler ile adaylar eşit şartlarla yarışa girmediler. İktidar cephesinin lehine işleyen muazzam bir haksız rekabet ortamı vardı. Bunu unutmamak, unutturmamak ve bir kenara kaydetmek gerekiyor.
(2) Seçimden önce en çok merak edilen konulardan biri, seçimlerde bir yolsuzluğun olup olmayacağıydı. Çeşitli vesilelerle görüştüğüm yabancı gazeteci ve diplomatlarının öncelikli olarak sordukları soru buydu. Onlara Türkiye’nin 1950’den beri seçim yaptığını ve darbe dönemleri hariç iktidarını hep seçimle değiştirdiğini, güçlü bir seçim geleneği ve sandık meşruiyetinin bulunduğunu, sandıktan çıkmayan hiç kimsenin hile ile yönetim makamına oturamayacağını belirttim. Evet, Türkiye’nin demokrasi noktasında çok sayıda problemi vardı ama nihayetinde Türkiye bir muz cumhuriyeti değildi.
Nitekim seçime gölge düşürecek bir şaibe olmadı. Her seçimde yaşanabilecek lokal ve küçük hadiselerin dışında Türkiye rahat bir seçim günü geçirdi. Yüksek Seçim Kurulu tarafından ilan edilen sonuçlar, muhalefet partileri tarafından da kabul edildi. Böylece bir meşruiyet tartışması gündeme gelmedi.
Seçmenin yüksek bilinci
(3) Türkiye’de seçimlere katılım daima yüksek olur. Seçimlere atfedilen önem nedeniyle bu kez katılım daha da arttı. 2014’te yapılan ilk cumhurbaşkanlığı seçimine katılım oranı % 73.7’ydi. Katılım 7 Haziran 2015’te % 86.6 ve 1 Kasım 2015’te % 85.1 olarak gerçekleşmişti. 16 Nisan 2016’daki halk oylamasına katılanların oranı % 85.3 olmuştu. Sistem değişikliği yapan 24 Haziran seçimlerinde ise katılım % 88’e çıkarak son yılların rekorunu kırdı.
Sandığa gösterilen yüksek ilgi, halkın demokratik iradesine sahip çıktığını ve kendi kaderini belirleme noktasında ne denli kararlı olduğuna işaret ediyor. Keza, ilk kez uygulanmasına rağmen, milletvekili ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinde halk tercihini farklılaştırmayı bildi. Seçmen belli hesapları gözeterek cumhurbaşkanlığında ayrı, milletvekilliğinde ayrı tercihlerde bulundu. Müzmin muhaliflerin iddialarının aksine bu durum, seçmenin oldukça bilinçli bir şekilde hareket ettiğini gösteriyor.
(4) Parlamentoya beş parti girdi. AK Parti listelerindeki Büyük Birlik Partisi’ni, CHP listelerindeki Saadet Partisi‘ni ve İYİ Parti listelerindeki Demokrat Parti’yi hesaba kattığınızda bu sayı sekize çıkıyor. Neredeyse verilen her oy Meclis’te temsil edilme olanağı buldu. Bunun seçmen oyunun kadrinin bilinmesi, halkın iradesinin heba edilmemesi ve demokratik temsilin güçlenmesi açısından memnuniyet verici bir tablo olduğu muhakkak.
Katı ittifak ve esnek ittifak
Meclis’teki partilerin hiçbiri salt çoğunluğa sahip değil. Meclis’in farklı kesimleri temsil iddiasındaki beş partinin rengine boyanması karşısında iki ihtimalden bahsedilebilir. Biri, partilerin uzlaşmamasıdır; bu takdirde sistemin işlemesi zora girer ve meydana gelebilecek tıkanıklıkları aşmak için yeni seçimler gündeme getirilebilir. Diğeri ise, çoğunluğa sahip bir partinin bulunmamasının partileri uzlaşmaya zorlamasıdır. Uzlaşma kültürünün gelişmesine bağlı olarak Meclis’te konu bazlı işbirlikleri yapılabilir ve farklı konularda farklı partiler birbirlerine yaklaşabilirler. Bu da mevcut ittifaklarının “mutlak” ve “katı” olmasını engeller, onları daha esnek kılar.
(5) 24 Haziran, Türkiye’nin iki kutuplu yapısının ana hatlarıyla varlığını devam ettirdiğini teyit etti. 1 Kasım 2015 genel seçimleri ile 16 Nisan 2016 halk oylamasının neticesinde oluşan siyasi tablo geçerliliğini muhafaza ediyor. Seçmen tercihlerinin yerleşik hale geldiğini söylemek mümkün.
Elbette yeni bir parti olan ve seçimlere ilk defa giren İYİ Parti’nin elde ettiği % 10 ayrıntılı bir biçimde izah edilmeye muhtaç. Bunu bir tarafta tutarsak, oy geçişlerinin bloklar arasında olmaktan ziyade blokların kendi içerisinde gerçekleştiğini görüyoruz. AK Parti’den giden oylar CHP’ye ya da HDP’ye kaymıyor, MHP’ye gidiyor. CHP’nin yitirdiği oylar ise AK Parti’ye akmıyor, İYİ Parti ve HDP’ye yöneliyor.
İktidar ve muhalefet blokların bu şekilde kökleşmesi nedeniyle, seçmen tercihlerini radikal bir biçimde değiştirmek giderek zorlaşıyor. Partilerin bu konuda yükleri ağırlaşıyor ve değişimi sağlamak için çok daha fazla çaba göstermelerini zorunlu kılıyor.