Röportaj Ömer Faruk Aydın
Geride bıraktığımız 2024 yılı seçimlerle, savaşlarla ve politik krizlerle doluydu. Gündemin bir an bile olsun durulmadığı bir yılı geride bıraktık. Yaşanan gelişmeleri hem ülkemiz adına hem de küresel çapta değerlendireceğiz. Bu bağlamda konuğumuz Liberal Düşünce Topluluğu’nun kurucusu, İstanbul Medipol Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Atilla Yayla.
Sorularıma önce ülkemiz üzerinden başlamak istiyorum
Biliyorsunuz ülkemiz bir yerel seçimi geride bıraktı. Cumhuriyet Halk Partisi beklenmedik bir başarıya ulaşarak seçimleri 1. parti olarak seçimi tamamladı. Bu süreci nasıl değerlendirirsiniz?
Her şeyden önce yerel seçimin sağlıklı ve demokratik bir ortamda yapılmış olması Türkiye için büyük bir başarı tabii ki. Bu Türkiye’de seçimlerle ilgili devamlı şüpheleri gündeme getiren ve seçimlerde hile yapıldığını öne süren kişilerin ve kesimlerin de yalanlanması anlamına geliyor. Eğer öyle dedikleri gibi olsaydı CHP’nin birinci parti olması söz konusu olamazdı. Ama CHP birinci parti oy yüzdesi olarak çıktı seçimden ve üç büyük şehirde de seçimleri kazandı. Dolayısıyla CHP’nin başarısından önce bunu Türkiye demokrasisinin yeni bir başarısı olarak görmekte fayda var.
Ardından İyi Parti’de yerel seçim başarısızlığı sonrasında Meral Akşener istifa etti. Yerine Müsavat Dervişoğlu seçildi. Bu değişim İyi Parti’ye neler kattı ? İktidara tepkili milliyetçi kesimi İyi Parti nasıl ikna edecek?
Türkiye siyasetinde kötü bir özellik var. Kaybedenin gitmesi gerekir. Ama bizde kaybeden pek gitmiyor. Hatta seçimi kaybedenlerin yeri daha da sağlamlaşıyor, ilginç bir şekilde. Mesela Kılıçdaroğlu işte 10-12 tane seçim kaybetti. Genel başkanlıktaki yeri yine de sağlamlaştı.
İYİ Parti biraz bunun dışına çıktı sayılabilir. Meral Akşener seçimde istediği başarıyı elde edemediğinde siyaseti bıraktı aslında. Sadece genel başkanlıktan çekilmedi. Siyaseti de bıraktı ve onun yerine Müsavat Dervişoğlu geldi. İYİ Parti MHP geleneğinden gelen bir partidir. MHP eskiden Türk milliyetçilerini temsil eden yegâne parti olarak bilinirdi. Ülkece MHP eğilimleri bilinirdi. Şimdi İYİ Parti’nin ortaya çıkması MHP geleneğinde de bir farklılaşmaya sebep oldu. MHP Cumhur İttifakı’nın bir üyesi biliyorsunuz. İYİ Parti de işte Millet İttifakı’nın, altılı masanın bir üyesiydi.
Bu çerçevede daha seküler milliyetçilerin İYİ Parti’de toplandığını ve dindarlıktan etkilenmiş milliyetçilerin de MHP’de kaldığını söyleyebiliriz. Bu mesela en somut bir şekilde kendisini Suriyeli sığınmacılara karşı tavırlarda gösterdi. Aslında MHP tabanı da genel olarak sığınmacılara karşı olması gereken bir taban ama Cumhur İttifakı’nın olmasının tersiyle daha makul, mutedil bir çizgiyi takip etti. İYİ Parti ise dolu dizgin gidiyor bu konuda.
İYİ Parti’nin geleceği var mı peki?
Bana göre İYİ Parti’nin pek geleceği yok. Zaten parti dağılıyor biliyorsun. İstifalar oluyor ve parti küçülüyor.
Küresel siyasete geçmek istiyorum. Bizim onayımızla beraber İsveç’in NATO üyeliği tamamlandı. Bu gelişmeyi nasıl okuyorsunuz ve NATO-Türkiye ilişkisini nasıl değerlendirirsiniz?
NATO Türkiye’nin eşit şartlarla üye olduğu tek uluslararası kuruluş. NATO’da eşit söz hakkına sahip Türkiye. Bu bakımdan önemli. İkincisi Türkiye bir Batı İttifakı üyesi olarak da NATO üyesi olmaktan faydalar sağladı. Mesela Türkiye demokrasisi de bu çerçevede güç kazandı diyebiliriz. Çünkü NATO ülkeleri genelde demokratik ülkeler ve demokratik standartlara uymaları bekleniyor. Bu bakımdan Türkiye’nin NATO üyeliği iyi bir şey. İsveç’in üyeliği meselesinde Türkiye bazı şartlar öne sürdü ve kısmen de bu şartlar kabul edildi. Bu da iyi bir şey. Şartların tamamında haklı olduğu söylenebilir mi? O bir tartışma konusu ama İsveç gibi bir ülkede PKK çizgisine fazlasıyla açık bir politika takip ediliyor. Bu da hem ittifak içerisindeki ilişkilere yakışmayan bir şey hem de Batı İttifakı’nın Türkiye’ye karşı önyargılarının yansıtıldığı bir şey. O bakımdan Türkiye’nin İsveç’in üyeliğine izin vermesi süreci başarılı bir politika olarak görülebilir.
Amerikan seçimlerine değinmek istiyorum. Trump Harris’e karşı kazanarak 2. kez Amerikan başkanı oldu. Trump Biden’dan farklı neler yapacak ABD politikalarını nasıl öngörüyorsunuz?
Trump öngörülemez bir adam. Cumhuriyetçi ama tipik bir cumhuriyetçi değil. Her politikacıda olduğu gibi Trump’ta da iyi şeyler de var, kötü şeyler de var. Mesela piyasaya verdiği önem demokratlara nispeten daha fazla. Bu onun iyi taraflarından birisi, ama diğer taraftan korumacı eğilimlere de sahip. Harris’e karşı kazandığı zafer Trump’ın da beklemediği kadar büyük bir zafer oldu. Çünkü Trump’ın seçimde kazandığı ilk seçim oranı 2016 seçiminde rakibi Clinton’dan daha az oy almıştı. Bu sefer ise 5 milyona yakın fazla oy aldı. İlk seçimde 3 milyon az oy almıştı. Ama ikici seçmenler heyetinde cumhuriyetçiler çoğunlukta olduğu için seçilmişti. Bu sefer kelimenin gerçek anlamında bir zafer kazandığı söylenebilir.
Amerikan siyaseti de tabii ki gitgide gerilimlerinin arttığı bir siyaset. Demokratlar ve cumhuriyetçiler arasında bir bloklaşma var Türkiye’deki siyasete benzer bir şekilde. Son terör olayları da mesela şüphe uyandıran olaylar. Bazı yorumculara göre Trump’a ve Elon Musk’a bir mesajdır bu olaylar. Ama Trump’ın dünya barışına katkıda mı bulunacağı yoksa en azından mahalli ihtilafları tahrik ve teşvik mi edeceği belli değil. Panama’yla ilgili sözleri, Kanada’nın Amerika’nın eyaleti olması gerektiğine ilgili ilişkin sözleri, kutuplara ilişkin Danimarka’ya laf eden sözleri pek de hoş sözler değil. Gazze konusunda da ne yazık ki Trump’ın Biden’dan farklı bir politika izleyeceğini zannetmiyorum. Gazze politikası genel olarak Batı’nın, özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nin, çifte standartlılığının çok açık yansıdığı bir vakalar serisi olarak boy gösteriyor.
İkinci Trump döneminde Türkiye-ABD ilişkileri nasıl olacak? Bizleri neler bekliyor?
Bu daha ziyade Trump’ın ne yapacağına bağlı. Bu çerçevede de mesela Suriye’deki YPG’ye karşı nasıl bir tavır alacaklar, bu önemli. YPG’ye destek mi verecekler yoksa Amerikan askerleri YPG’yi kendi kaderiyle mi baş başa bırakacak? Türkiye tabii ki ikincisini istiyor. Şam yönetimi de büyük bir ihtimalle ikincisini istiyor. En azından kısa vadede Pentagon’un bürokratik vesayetin mikro yansımalarından birisi olarak Trump’a direneceğini zannediyorum ben. Yani YPG’ye destek verilmeye devam etme politikasını takip edeceğini zannediyorum. Ama orta ve uzun vadede Trump’ın ağır basacağını ve Amerika’nın Suriye’nin kuzeyinden çekileceğini düşünüyorum. Bu da Türkiye-Amerika ilişkilerinin daha iyi gitmesi anlamına gelecektir.
Başka problemler de var tabii. F-35 problemi var mesela. O nasıl olacak? Bir diğer problem Fethullahçıların orada boy göstermiş olması. Fethullah Gülen’in ölümüyle bunun önemi azaldı ama hâlâ problem devam ediyor. Çünkü Gülenistlerin, Gülencilerin, FETÖ’nün ana karargâhı Amerika.
İsrail’in yıllardır Gazze üzerindeki zulmü malumunuz. Bunun yanında İran ve Lübnan’ın İsrail’e karşı sıcak çatışmaya girdiğini gördük. Ortadoğu’da İsrail’e karşı güç dengelerini nasıl yorumluyorsunuz?
Şimdi Orta Doğu’da İsrail’e karşı bir güç dengesi pek yok. Çünkü Ürdün ve Mısır gibi iki tane önemli ülke. Amerika’nın kontrolünde ve İsrail’e karşı en azından düşmanca bir politika takip etmiyorlar. Amerika onları bir şekilde kontrol ediyor. Amerika üzerinden de İsrail kontrol ediyor. Suriye’de rejim yeni değişti. Yeni rejimin kendisini tanıtması biraz zaman alacaktır. Dolayısıyla Suriye’den de İsrail’e yönelik bir ciddi tehlike ortaya çıkmayacaktır. Bu hususta en çok sesini çıkartan Türkiye oldu. Hem devamlı İsrail’in bir soykırıma olduğunu vurguladı, hem de Netanyahu’nun ve yakın adamlarının yargı önünde hesap vermesi gerektiğini söyledi. Aslında Gazze olayı Batı’nın liberal değerlerle ters düşmesi açısından da değerlendirilebilir.
Zaman zaman bazı sosyalist ve İslamcı yazarlar Batılı değerlerin çöktüğü yolunda yorumlar yapıyor. Bu yorum pek doğru değil. Çöken Batılı değerler değil. Daha ziyade çöken Batı ülkelerinin Batılı değerler denilen liberal değerlere bağlılık iddiası. Mesela Amerika’da ifade hürriyeti Filistin’e destek eylemleri söz konusu olunca kolaylıkla ihlal edildi. Üniversite öğrencileri tahakküm altına alındı.
Bazı üniversite hocaları görevlerinden ayrılmak zorunda kaldı. Amerika başta olmak üzere Almanya’da, Fransa’da, İngiltere’de de benzer vakalar vuku buldu. Batı’nın ifade özgürlüğüne gerçeten inanmadığı ortaya çıktı. Aslında Batılı değerler değil, liberal değerler olan değerleri, dünyanın diğer kısımlarına karşı bir silah olarak kullanmakta istekli olduğu, ama kendisinin de bu değerler açısından yargılanmaya pek hazır olmadığı anlaşıldı. Bu zannediyorum ki teoride de tartışılacak bir mesele. Önümüzdeki yıllarda bununla ilgili makale ve kitaplar ortaya çıkacaktır. Ben küçük bir yazı yazdım ama daha fazlasını yapmak lazım. Bu değerlere sahip çıkmak lazım. Çünkü insan hakları belli bir coğrafya veya kültüre ait değildir. Bütün insanların ortak bir değeridir. Bu değerler açısından da yargılanmayı sadece Batı dışı dünya değil, Batı da hak etmektedir.
Yılın son aylarında Suriye’de 61 yıllık Baas rejimi çöktü. Beşar Esad devrildi ve ülkeden kaçtı. Yeni süreç Suriye halkına neler getirecek? Türkiye de bu sürecin bit parçası olarak gözüktü. Türkiye’nin politikaları nasıl devam etmeli ?
Şimdi Baas rejimi çöktü. Baas rejimi tabii bir diktatörlüktü. Yarı otoriter, yarı totaliterdi. Ya da ağırlıklı olarak otoriter bazı bakımlardan totaliter bir rejim söz konusuydu. 61 yıldır süren bir rejimdi bu. Bu rejim çöktü. Hiç beklemedik bir anda çöktü. Buna şaşıranlar var. Pek şaşırmaya gerek yok.
Çünkü burada ahlaklı ve meşru olmak kazandı. Her ne kadar muhalifler Esad’ın güçlerine göre daha büyük bir güç değilse de daha ahlaklı bir pozisyondaydılar ve daha meşru bir pozisyondaydılar. Çöküşün ana sebebi budur bana göre. Zaten büyük ölçüde İran’ın ve Rusya’nın desteğiyle ayaktaydılar. İran sahada kendi elemanlarıyla muhaliflere karşı savaşmaktaydı. Rusya ise çok korkunç bir hava desteği vermekteydi. Bu destekler de ortadan kalktı.
Şimdi yeni rejim ne olacak? Yeni rejim tabii ki İslamcı bir yönelişten gelen insanların başını çektiği bir rejim. HTŞ Batı tarafından en azından çok yakın zamana kadar terör örgütü olarak kabul edilmişti. Ahmed El Şara’ın başına da ödül koymuştu Amerika Birleşik Devletleri bu ödülü kaldırıldı.
Türkiye’nin büyük bir rolü oldu tabii ki. Türkiye bir anlamda Suriye’deki rejimin değişikliğinin ana aktörüdür. Bu da Türkiye için bir başarı sayılabilir. İşler olağan çizgisinde giderse Türkiye ile Suriye bir anlamda kardeş ülkeler olarak ortak yol yürüyecekler. Türkiye Suriye’ye çeşitli bakımlardan yardımcı olacak. Burada önemli olan tabii ki Suriye. Suriye de Türkiye gibi çokkültürlü bir ülke. Yani Türkiye’de etnik çoğulculuk, dini çoğulculuk nasıl varsa Suriye’de de etnik ve dini çoğulculuk var. İşte Kürtler var mesela, Nusayriler var, Dürziler var, Hristiyanlar var. Önemli olan her kesimin rahatsız edilmeden temel hak ve özgürlüklerine sahip olması ve onları kullanması.
Suriye’de demokratik bir sistem oluşturulmalı ve demokratik siyasi süreçler herkese açık olmalı. Temennimiz ve umudumuz bu istikamette bir rejimin kurulması. Ama tabi ki bunun olacağının yüzde yüz garantisi yok.
Şu ana kadarki gidiş umut verici. Türkiye’nin de rejime devamlı telkinlerde ve tavsiyelerde bulunması ve rejimin önde gelenlerin de bu telkine tavsiyeler açık olması Türkiye için bir şans. Ama nereye gidileceği başka faktörlere de bağlı. Benim temennim Suriye’de demokratik, temsil kabiliyetine sahip, siyasi çoğulculuğa ve rekabete yer veren bir rejimin ortaya çıkması.
Hocam son olarak biliyorsunuz ki Milliyetçi Hareket Partisi’nin ve Devlet Bahçeli’nin söylemiyle beraber Abdullah Öcalan’ın üzerinden bir “yeni çözüm süreci” diye adlandırabileceğimiz bir süreç başlatılmak isteniyor ve MHP ile DEM arasında bir görüşmeler söz konusu. Bu süreci nasıl değerlendirirsiniz?
Siyasi yumuşama iyi bir şeydir. Devlet Bahçeli dışarıya genellikle sert gönderen ama özel hayatında makul ve mutedil olan, yumuşak olan bir insan, bildiğim kadarıyla. Hoş sohbet ve espritüel bir adam.
Hiç beklenmedik bir anda da bu çağrıyı yaptı. Öcalan gelsin, DEM grubunda konuşsun gerekirse ve örgütünün lağvedildiğini açıklasın dedi. Bu çağrı makul bir çağrı. Çok yerinde bir çağrı. Zamanlaması da ilginç. Ama bu çağrı diğer taraftan da şartların dayattığı bir hususa işaret ediyor. Çünkü PKK yurt içinde aşağı yukarı hiçbir eylem yapamaz hale getirildi. PKK’nın Türkiye’deki bütün bölgelerde egemenliği kırıldı. Fakat PKK militanları yurt dışında Kuzey Irak’ta ve Suriye’de de teşkilatlanmış vaziyette.
Türkiye’nin terörle mücadele politikasındaki bir değişiklik bu sürece girilmesine sebep oldu. Biliyorsunuz eskiden bekle saldırı olsun, saldıranları takip et şeklinde bir politikayı Türkiye takip etmekteydi. Şu anda ise terörist neredeyse orada bul ve imha et politikasını takip ediyor Türkiye.
Dolayısıyla, Kuzey Irak ve Suriye’de gerek TSK gerek MİT devamlı operasyon yapıyor. Suriye’deki değişiklikten ve Amerika’nın PKK’ya destek verip vermeyeceğinin belli olmaz bir hale gelmesinden sonra da YPG sıkışmış vaziyette. En makulü bu güçlerin silahları gömmeleri ve siyasete dönmeleri.
Aslında Türkiye tarihi bir iş yaptı. Mesela Avrupa ülkelerinin demokrasisinden daha ileri bir demokrasiyi gerçekleştirerek TBMM içerisinde ayrılıkçı bir partiye, etnik temsil iddiasında olan bir partiye var olma imkânı tanıdı. Bu harika bir gelişmedir Türkiye için. Ama demokratik siyasetle şiddet bir arada olmaz. Bu ikisi birbirini tasfiye etmeye yönelir. Birisi varsa diğeri tasfiye olur. Dolayısıyla, aslında DEM’in bu çağrı olmadan da Kandil’i insafa davet etmesi ve Kandil’i kendi kendisine lağvetmeye davet etmesi gerekirdi. Bu tabii ki Kürtlerin bütün taleplerinin hemen karşılandığı anlamına gelmiyor, ama her şey bir süreç meselesi.
Demokratik süreçlerle ilerlenmeli. Siyaset yaparak ilerlenmeli. Eğer o doğrultuda bir gelişme olursa Türkiye için bu harika bir gelişme olur. Kırk yıldır süren ve on binlerce insanın ölümüne, milyarlarca dolar paranın heba edilmesine sebep olan bir problem ortadan kalkacak demektir.
Fakat DEM çizgisinde meselenin tam bu şeyle kavrandığına dair şüphe duymamıza sebep olacak şeyler var. Bence Öcalan’ın açıklamaları da meseleyi tam olarak anlayamadığını gösteriyor. Hala bir tür pazarlık peşindeler. Halbuki demokraside pazarlık zaman içerisinde ve demokratik süreçlerle yapılır. Yani iki etnisite oturup karşılıklı pazarlık yapacak ve şu şunu veriyor bu bunu veriyor denilecek bir durumda değiliz. Umarım bu çizgiye de gelinir.
Temennim bu çizgiye gelinmesi. Bunun böyle olup olmayacağını anlamak için de biraz zamana ihtiyacımız var.