17 Aralık sürecini izleyen günlerdeki en önemli kırılma noktası 25 Aralık operasyon gecesidir. Hükümetin hukuki kılıflarla bezenmiş sinsi bir darbe girişimine karşı yapması gereken tek ve meşru bir şey vardı onu yaptı. Hükümetin çok ciddi risk alarak meşru müdafaa kuramı gereğince yargı kararını hükümsüz kılması, cemaatin kafasında ciddi soru işaretleri oluşturmuş ve savaşın kaybedilebileceği hesapları yapılmaya başlamıştır.
Bu ülke tarihte birçok darbe girişimine sahne oldu. Lakin askerin denkleme katılmadığı bir darbe girişimi bu topraklarda ilk kez olsa gerek. Paralel devletin böylesine can havliyle bir darbe girişimine tevessül etmesinin dershane olayı ile geçiştirilemeyecek oranda çok büyük nedenleri olmalı.
Böyle bir savaşın iki gerekçesi olabilir. Ya ortada bir varoluş mücadelesi vardır ya da en büyük hayalin gerçekleşme ümidi filizlenmiştir. Bir diğer ifade ile iktidara sahip olma duygusu.. Bu operasyonun kodlarını analiz ettiğimizde, örgütün/ cemaatin ta o kuruluş yıllarından itibaren böyle bir amacı hedeflendiği görmekteyiz.
ZAMANLAMA HATASI
Peki, operasyonun zamanlaması ne derece isabetli, sorusuna cevap arayalım. Kanaatimce cemaat en büyük hatayı burada yaptı. AK Parti, henüz gücünü kaybetmedi ve toplumsal meşruiyeti ciddi oranda sarsılmadı. Liderinin hala tartışılmaz tek otorite olduğu bir dönemde böyle bir hamlenin ciddi riskler içerdiği sanırım cemaatin yetkili kurullarında tartışılmıştır.. Lakin sonunda Tayyip Erdoğan’ın, küresel ölçekteki bir darbe girişimine yenileceğine inandırılmış olsa gerek ki cemaatin ülke topraklarından belki topyekün tasfiyesi ile neticelenecek böyle bir savaşa girişmeye cesaret ettiler.
17 Aralık sürecini izleyen günlerdeki en önemli kırılma noktası 25 Aralık operasyon gecesidir. Hükümetin hukuki kılıflarla bezenmiş sinsi bir darbe girişimine karşı yapması gereken tek ve meşru bir şey vardı onu yaptı. Hükümetin çok ciddi risk alarak meşru müdafaa kuramı gereğince yargı kararını hükümsüz kılması, cemaatin kafasında ciddi soru işaretleri oluşturmuş ve savaşın kaybedilebileceği hesapları yapılmaya başlamıştır.
Bunun akabinde yaklaşık 30 kişinin AK Parti’den istifa edeceği söylentilerinin- birkaç istifa dışında- kesilmesi; havanın değişmesinin ve dengenin kurulmaya başladığının işaretleri idi. İlk günlerde dolar ve avrodaki yükselmenin şiddeti; darbe severlerin iştahını kabartmış olsa da, devam eden günlerde halkın darbecilere olan öfkesi ve yolsuzluk olsa dahi AKP’ ye oy verileceğinin açıkça ilanı planın tutmadığının ikinci belirgin işareti idi.
Ve nihayet HSYK birinci dairedeki değişimle hakim savcı atamalarının cemaatin kontrolünden çıkmış olması, cemaatte morallerin tümden bozulmasına yol açmıştır. Bu yüzdendir ki tam bu noktada Gülen’in mektubunu stratejik bir hamle olarak okumak gerekir.
Lakin barış mektubuna itibar etmenin kendisinin sonu olacağını sanırım Başbakan bizden daha iyi biliyor. Toplumun nabzını herkesten iyi okuyan Başbakan bu tuzağa düşmedi ve inisiyatifi eline alarak yoluna devem ediyor.
Operasyonun ikinci hatası, Tayyip Erdoğan faktörünün yeterince dikkate alınmamasıdır. Böyle bir operasyonun Erdoğan’ın Başbakanlığında gerçekleşmiş oluşu en büyük handikaplarından biridir. Erdoğan Çankaya’da iken yapılacak bir darbe girişiminin daha büyük hasarlar verme ihtimali gözardı edilerek teknik bir hata yapıldığı kanaatindeyim. Ancak aşağıda anlatıldığı üzere HSYK’nın elden gitme ihtimali ve diğer elverişli unsurların kaybedilme ihtimali üzerine operasyonun öne çekildiği ve denenmeye mecbur kalındığı anlaşılıyor.
Silah kullanılmaksızın, bir darbeye teşebbüs etmek örgütün sanılandan daha büyük bir yapıda olduğunun işaretidir. Keza bu çapta bir teşebbüse yeltenmenin ölümle sonuçlanma ihtimali de vardır. Darbe girişimleri içerisinde en aşağılık olanı yargı kullanılarak yapılan darbe girişimleridir. Siyasi mühendislik içeren bu yargı kılıflı operasyonun yolsuzlukla mücadele adına adına yürütülüyor olması bizatihi yolsuzluğun kendisidir. Bir milletin son sığınağı olan adalete güvenin yok oluşu o milletin dünya sahnesinden çekilmesine yol açacak kırılmaları beraberinde getirebilir.
Yolsuzluk ve adalet uğruna yola çıkarak en büyük yolsuzluğa ve toplumsal hasara neden olduktan sonra-ki adalete olan güvenin yok olmasını sağlamak milletin dokusuyla oynamak DNA’sını değiştirmek anlamında ülkeyi kaosa sürüklemektir- millete yönelik en küçük bir özrün ve meydana gelen hasarı onarmaya yönelik bir iradenin ortaya konulmamış oluşu, hedefin halkın menfaati ve mutluluğu olmadığını açıkça ortaya koymaktadır.
CEMAAT NEDEN GERİ ADIM ATMIYOR
Cemaatin başlatmış olduğu saldırı, kodları itibariyle bir intihar saldırısı mahiyetindedir. Bu savaşta geri adımın ölümü kabullenmek olduğunu darbeyi planlayanlar çok iyi biliyor. Zira geri adımın her halükarda ölüm olduğu bu nedenle son ana dek ümidin zorlanacağı ve savaşın sürdürüleceği kanaatindeyim. Fakat savaş sürdükçe toplumsal dokunun onarılmaz bir noktaya doğru evrildiği ve cemaatin bu topraklarda istenmeyen adam haline geleceğini sanırım cemaatin tepe kadrosu görmekten aciz.
Bir diğer husus, Ekim 2014 yılında yapılacak HSYK seçiminde cemaatin artık tek bir üye dahi kazanma şansını yitirmiş olduğu gerçeğidir. Bu gerçek nedeniyledir cemaat kendi hesaplarına göre en uygun savaş zamanını seçmiş durumdadır. Ekim ayına kadar yapılacak operasyonlarla bu hükümetin düşürülmemesi halinde zaten bu ihtimalin hepten yok olacağı ve cemaatin o anlı şanlı günlerinin tatlı bir malihülya olarak yad edeceklerini çok iyi biliyorlar.
KAPALI DEVRE SİSTEMİ VE ENTELEKTÜEL ZAAFİYET
Cemaatin eğitimle bu kadar haşir neşir olmasına rağmen uluslararası çapta bir entelektüel yetiştirememiş oluşu büyük bir soru işaretidir. Entelektüel olmanın ilk şartı önyargısız olmak ve dünyaya bu gözle bakarak dünyayı okumaktır. Cemaatin kendinden olmayanı okumamak ve hayat felsefesinin cemaat içi emirleri sorgulamaktan kaçınma temeline dayanması nedeniyle kapalı bir devre sistemi ile çalışan cemaatten bir entellektüel kadronun çıkmamış oluşu bizleri şaşırtmamıştır.
Bir örgütün devletin istihbaratını ele geçirme gayesini ilk hedef tahtasına oturtmuş oluşu o örgütün milliğini sorgulamaya yeter bir nedendir. Tayyip Erdoğan’ın cemaat hakkında MİT tarafından verilen onca uyarılara rağmen bugünkü hamleleri kanaatimce öngördüğü halde olayların bu noktaya varacağına ihtimal vermemesi, kendi inanç penceresinden kaynaklanan bir bakış açısının ürünüdür. Zira samimi bir şekilde Allah diyen insanın, Allah diyen bir başkasına zulmetmeyeceğine dair yerleşik inanca sahip olan bir insanın bu tarz hamleleri beklememesi normal. Lakin gerçeğin tüm çıplaklığı ile görülmesine neden olan 17 Aralık sürecinden ise iplerin birçoğunun elinden kaçmış olduğu handikabı ile baş başa kaldı Başbakan. Şahsi karizması ve milletine olan güveni ile en nihayetinde bu badireyi de bertaraf etmek üzere.
Ancak 17 Aralık süreci Türk siyaset biliminde ibretlik bir ders olarak okutulmalıdır gelecek nesillere. En büyük kötülüğün en yakınından gelebileceği gerçeği ile bu millet bir kez daha yüzleşmiştir. Tayyip Erdoğan ve ekibinin 17 Aralık’ı izleyen süreçte belki onlarca kez duraksayarak -acaba biz mi hata yapıyoruz- sorusunu sorduklarını ve zihin dünyasını objektif bir teste tabi tutarak yaptıkları analiz sonucu doğru yolda oldukları kanaatine vardıklarını düşünüyorum. Ama cemaatin tepe/aktif kadrosunun bu soruyu bir kez olsun kendilerine sormadıklarını düşünüyorum. Zira bu sorunun sorulması halinde çözülmenin başlayacağı apaçık bir gerçektir.
Dar /sinsi ve gizli bir kadrolaşmanın ürünü olan cemaatin beyin yıkama faaliyetleri sonucu, sorgulama yeteneklerini kaybeden ve objektif düşünme yeteneklerini kaybetmiş fertlerin zaten bu günler için hazırlanmış zihin yapıları ile gerçeği görmelerinin beklenmesi muhaldir.
Cemaatin tepe noktasının her türlü riski alarak ve her türlü sonucu öngörerek böyle bir hamleye giriştikleri artık ayan beyan ortada. Alt tabakadaki samimi insanların, kendilerine şu soruyu sormaları gerekiyor. Şayet cemaatin yapmış olduğu iş hayırlı olsaydı kardeş kardeşe düşer miydi? Bu dahi eylemin hayırsızlığının en büyük delilidir. Fitneyi çıkaran doğru yolda olamaz.
Hükümet/ cemaat kavgası Kayseri’de iki kardeşin ortak olduğu bir işletmenin bölünmesiyle sonuçlandı. Kardeşi kardeşe, mümini mümine düşüren böyle bir hareketin iyi niyetli olması mümkün mü? Müslümanlara her türlü zulmü reva görmüş insanlarla ittifak yapılmasının ne tür bir hayır kapısına yöneleceğinin bu grup tarafından iyi sorgulanması gerekiyor.
SONUÇ
Türkiye’yi derinden sarsan ve henüz sonuçlanmayan 17 Aralık dost modern darbesinin toplumsal dokumuzda ne gibi hasarlar açtığını önümüzdeki yıllarda göreceğiz. Bu darbe girişimden çıkarılan dersler şunlardır:
Bir dini cemaat ne kadar iyi niyetli görünmeye çalışırsa çalışsın ülkedeki diğer dini cemaatlerin sempatisini kazanamamış ve hatta husumetlerini celp etmiş ise o cemaate soru işareti ile bakılması gerektiği. İkincisi Müslümanların dünya üzerinde her türlü örgütlenme ve faaliyetleri engellenirken bir dini cemaate bu denli yol verilmesinin ciddi şüpheler uyandırdığı hususu asla göz ardı edilmemelidir.
Bir büyük hamle denenmiş ve başarılı olmamıştır. Kaybedenleri neler beklediğini önümüzdeki dönemde hep birlikte göreceğiz. Fakat yerli ve yabanca siyasetçilerin ve hasımlarının unutmaması gereken bir şey var. Tayyip Erdoğan oyun kurucuların bildiği klasik bir siyasetçi değil ve bu halk, 20 yıl öncesinin gözü kapalı halkı değil. Sultan Fatih’in kendisini tanımladığı gibi Recep Tayip Erdoğan kendisinden önceki liderlere benzemiyor.
Bu yazı Yeni Şafak Gazetesi‘nde yayınlanmıştır.