Yazıya, Millî Şairimiz Merhum Mehmet Akif Ersoy’un kahraman Türk Halkı’nın 15 Temmuz şahlanışını birebir yansıtan bir mısrası ile başlamak istiyorum.
“Sahipsiz olan memleketin batması haktır;
Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır”.
Bu mısradaki “memleket” ve “vatan” kelimelerinin yerine “demokrasi”yi koyabiliriz. Bu vesileyle 15 Temmuz Türk Halkı’nın demokrasiye sahip çıkışı şu mısra ile ifade edilebilir.
“Sahipsiz olan demokrasinin yıkılması haktır;
Sen sahip olursan bu demokrasi yıkılmayacaktır”.
İşte 15 Temmuzda, Türk Halkı, haricî güçlerin güdümündeki hunhar darbe teşebbüsünü, bütün her şeyini ortaya koyarak bertaraf etti. Bu, dünya demokrasi tarihinde emsali olmayan bir hadisedir. Bir tarafta eli silahlı güçler, diğer tarafta imanlı ve inançlı, dik ve kararlı duruşundan başka hiçbir şeyi olmayan kahraman halk, bir tarafta savaş uçaklarına, helikopterlere, tanklara sahip hain darbeci güçler, diğer tarafta elinde hiçbir patlayıcı silahı olmayan demokratik Türkiye Cumhuriyetinin aslî sahipleri. Bu, esasen sadece içerdeki ihanet şebekelerine karşı kazanılmış bir zafer değildir; aynı zamanda, tankından savaş uçaklarına kadar büyük silahlı güçlere ve bu gücü sonuna kadar destekleyen demokrat görünümlü(!) karanlık yüzlü Batılı güçlere karşı, iman, inanç ve vatan sevdası dolu gönüllerin zaferidir.
15 Temmuz, Türk Halkı ile Demokratik Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kaynaştığı, tabiri caizse Halkın Devleti vesayetçi güçlerden zor kullanarak teslim aldığı gündür. Bunun bir diğer ifade şekli, milletin devletine ve demokrasisine sahip çıktığı gündür. Bu sahibiyet sıkı sıkıya devam ettiği sürece, bu devlete ve demokrasiye hiçbir güç zarar veremez.
Burada, 15 Temmuzda demokratik devlete sahip çıkan Türk Halkı’ndan söz ederken, maalesef bazı “ayrık otları” kabilinden, yüreklerini ve benliklerini, darbeci hain mihrakların menfaatleri uğruna onlara teslim eden bazı çevreler de yok değildir. Bunlar, 15 Temmuz günü olmasa da, devam eden günlerde, Türk Halkı’nın ortaya koyduğu şanlı direnişi, devlet-Halk bütünleşmesini, Türk Halkı ile demokratik devletin kaynaşmasını itibarsızlaştırmak için ellerinden geleni arkalarına koymamaya devam ediyorlar. İlk günlerde, “bu bir darbe değil tiyatrodur”, “bu bir kontrollü darbedir”, “bir milyon mağdur var” diyerek itibarsızlaştırma operasyonlarına girişen bu kesim, çabalarını sonlandırmış değiller. Geçenlerde bir televizyon kanalında güya sözüm ona Fetöcü’lere karşı olduğunu söyleyen bir “zat”ın, 15 Temmuz hain darbe teşebbüsünde şehit olan bazı kahraman kardeşlerimizin ailelerinin “pişmanlık” ifade ettiğini söyleyecek kadar pervasızlaştığı görülmektedir. Yani şunu demeye getiriyorlar: “Aslında 15 Temmuzda demokrasinin ve bu vatanın selameti için hiç de ölmeye değmezmiş(!!!)”. Çok rahatlıkla bunu söyleyenler, kalkıp bir de “Türkiye’de ifade hürriyeti yok” diyorlar. Kısaca, bir yandan 15 Temmuz şanlı direnişini itibarsızlaştırmaya çalışıyorlar, diğer yandan, darbe karşıtı imiş gibi suret-i haktan görünüp en büyük darbeci silüetlerini gösteriyorlar. Maalesef bunlar bazı medya gruplarından, siyasi partilerden vd. çevrelerden destek de buluyorlar.
Yaptıkları darbe karşıtlığı değildir. Bilakis, bu çevreler, birçoğu meçhul, muhtevası bilinmeyen mağduriyet örneklerini öne çıkararak, Devletin Fetöcü ihanet şebekesi ile mücadelesini baltalamaya çalışıyorlar. Bu mücadeleyi, sanki Devletin, 3-5 çapulcu ile mücadele etmesi mesabesinde değerlendirerek, serçeye karşı atom bombası ile mücadele ettiği gibi aşırı güç kullanımı olduğu inancını aşılamaya çalışıyorlar. Oysa dünyada emsali olmayan, hemen her kurumda uyuyan militanlarının mevcut olduğu, hangisinin, nerede, ne zaman, ne yapacağının belli olmadığı bir yapı ile mücadele etmek, her devletin harcı değildir. Bunun bir benzeri ABD’de McChartizm döneminde 1940-1950’li yıllarda yaşandı; bu yöndeki uygulamalar tam 12 yıl sürdü. Yapılan hukuksuzlukların haddi hesabı yoktu. Türkiye’de 15 Temmuz sürecinde yaşananlarla McChartizm döneminde yaşananlar mukayese edildiğinde, Türkiye’de yaşananların çok büyük ekseriyetinin hukukî zeminde gerçekleştiği, bir diğer ifadeyle, bu olağanüstülük zemininde hukukî zemin haricine kaymaların minimum düzeyde kaldığı söylenebilir.
Bu zeminde, Devletin her türlü fiil ve işlemleri başlangıçta hukukî olmayabiliyor, ama zaman içerisinde bu hatalar düzeltilir. Bir hukukçu olarak hukuk dışı hiçbir fiili tasvip etmem mümkün değildir. Ama nerede olduğu bilinmeyen, nerede, ne zaman, ne yapacağı belli olmayan bu ihanet şebekesi elemanları ile bazı art niyetlilerin bu zeminde ortalığı karıştırmak için her türlü karıştırıcı fitneleri tezgâhladığı bir zeminde, Devlet, bu kapsamda yaptığı bazı fiil ve işlemlerle, bazen yanıltılma, bazen kişisel yetersizlik ve hatalar, bazen de asılsız ya da bazı hainlerin gizlenmesi için yapılan kastî yanlış ihbarlar sebebiyle mağduriyetlere sebebiyet verebilmektedir. Önemli olan daha sonra, bu hatalardan dönülmesidir. Nitekim her geçen gün bu tür hataların büyük ölçüde azaldığı görülmektedir.
Burada yapılması gereken, hakikati bilinmeyen bazı mağduriyetleri öne çıkarıp, Devletin bu ihanet şebekesi ile mücadelesini baltalamak yerine, şayet varsa ve hakikaten mahiyeti de biliniyorsa, bunları hak ve hakikat namına dile getirmekle birlikte, Devletin bu hain yapı ile mücadelesine destek olmaktır.
Esasen burada bir psikolojik savaş mevcuttur. Bir tarafta, demokratik devletin kurum ve ilkeleri ile devam ve bekası için çaba sarf eden, bu bağlamda 15 Temmuz Halk destanına sahip çıkan kesimler, diğer tarafta, vesayetçi güçlerin hamisi pozisyonunda olan, Türkiye için demokrasiyi fantezi olarak gören, lüzumlu şartlar oluştuğunda (tıpkı 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat vd. gibi) askerî darbenin yapılmasını bütün benlikleri ile lüzumlu gören kesimler yer almaktadır. Bu psikolojik savaşta demokrasi cenahının önde olduğu söylenebilir. Ama, vesayetçi cenah, bazı lokal, bireysel mağduriyet vakalarını o kadar abartılı ifadelerle dile getiriyorlar ki, bazı kesimler bundan etkilenebiliyorlar.
15 Temmuz bir parti meselesi değildir; demokrasinin bekası meselesidir. Bu meseleye farklı zaviyelerden bakanlar, 15 Temmuz darbeci güruhunun çanağına su taşımış olurlar. Eskiden anlı şanlı hukuk profesörleri(!!!) “makbul darbe makbul olmayan darbe” ayrımı yapıyorlardı. Bu bağlamda 27 Mayıs için “makbul”, 12 Eylül için “kötü” darbe nitelemesi yapıyorlardı. İleri demokrasiyi savunan birisi için hiçbir darbenin makbuliyetinden söz edilemez. Bunun, halkın kahir ekseriyetinin zihnine silinmez şekilde yazılması icap ediyor. Bu mücadelede geri kalmak Türk demokrasisine zarar verecektir. Bunun için, çıkarılan bir kanunla 15 Temmuz “demokrasi ve millî birlik günü” ilan edildi. “Demokrasi ve millî birlik günü”, esasen Cumhuriyeti demokrasi ile taçlandırma günüdür. Unutulmasın ki, demokrasisiz Cumhuriyet diktatörlüktür. Bu sebeple, Cumhuriyetin demokrasi ile taşlanması, Türkiye’de demokrasisinin ve halkın iradesinin hâkim kılınması için hayati derecede önemlidir.
Dünya’da sadece Türkiye’de askerî darbeler yaşanmadı. Özellikle Latin Amerika Ülkelerinde 1960’lı yıllardan sonra sayısını bilemediğimiz kadar çoklukta askerî darbeler oldu. Ama şunu çok net olarak söyleyebilirim: “Dünya’da hiçbir askerî darbe harici güçlerin müdahale ve yönlendirmesi olmaksızın olmamıştır”. Bu haricî müdahaleye teşne olan, destek veren, hatta aracılık eden mihraklar olduğu müddetçe darbeler sonlanmaz. Bir de toplumun bazı kesimlerinin, ya bilerek ve kasten destek verdiği, bir kısmının ses çıkarmadığı, sesi çıkanların seslerinin cılız kaldığı ortamlar, bu darbeler için münbit zemin teşkil etmektedir. 15 Temmuz, darbeye karşı koyan toplumsal kesimlerin darbelere karşı dik durduğu, hayatı pahasına direnç gösterdiği tarihtir; bir milattır. Ben bütün tezviratlara, itibarsızlaştırmalara, çeşitli suret-i haktan görünümlü darbe seviciliklere rağmen, artık Türk Halkının kahir ekseriyetinin, darbelere karşı kararlı duruşunun gerilemeyeceği, demokrasisini daha da kökleşeceği kanaatindeyim. Yeter ki, darbeye karşı olan her bir şahıs, bireysel ya da kollektif olarak bu iradelerini ortaya koymayı kararlılıkla sürdürmeye devam etsinler. Bir diğer ifadeyle, Akif’in yukarıda iktibas ettiğim mısrasında belirttiklerine uygun bir şekilde, demokratik devletin asli sahipleri, demokratik devlete sahip çıktıkları sürece, demokrasiden geri dönüş olmayacaktır. Hatay’a özgü bir ifadeyle “ARTIK ANARAYA[1] GİDİŞ YOKTUR”. Bir daha 15 Temmuz benzeri hain darbe teşebbüsünün yaşanmaması ümit ve dileğiyle, Türkiye’de demokrasinin ilelebet yaşaması için çaba sarf eden, Türkiye’nin geleceğinin vesayetçi güçlerde değil demokraside olduğuna inanan herkesin “demokrasi ve millî birlik gününü” bütün samimiyetimle tebrik ediyorum.
[1] “Anaraya gitmek”, bir aracın geri vitesle arkaya doğru gitmesidir.
Adnan Küçük