14 Mayıs Neden Unutuluyor?

Bu hafta, Türkiye’nin demokrasi tarihinde en mühim tarihlerden biri olan 14 Mayıs 1950’nin 66.yıl dönümü kutlandı. Ne yazık ki, Türkiye demokrasinin dönüm noktalarından biri olan bu yıl dönümünün, hak ettiği ilgiye layık bir şekilde kutlandığını söyleyemeyeceğiz. Gülay Göktürk’ün işaret ettiği gibi, bu ülkede yıllardır 27 Mayıs askeri darbesinin “Hürriyet Bayramı” adı altında kutlandığı hatırlanırsa, 14 Mayıs’ta demokrasiye geçişin unutulması daha da manidar olmaktadır. Türkiye’de demokrasi ve özgürlükler geliştikçe, vatandaşlar zihinlerine giydirilmeye çalışılan deli gömleğinden kurtularak normalleştikçe, yakın tarihimiz hatırlanacak; 14 Mayıs bir bayram olarak kutlanırken 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül gibi darbeler kara günler olarak kaydedilecektir.

Yazımızda faydalanacağımız çalışma, başarılı öğretim kadrosu içinde yer alan Mustafa Çufalı’nın Türkiye’de Demokrasiye Geçiş Dönemi: 1945-1950 (Babil Yayınları) adlı kitabı. Çufalı’nın kitabını orijinal kılan,Cumhuriyet ve Emniyet Arşivlerini kullanmış olmasıdır. Önümüzdeki dönemde bu tür çalışmaların artması, Türkiye demokrasi tarihinin aydınlatılması bakımından fevkalade faydalı olacaktır.

CHP’nin gazetesi Ulus’un 19 Ağustos 1945 tarihli nüshasında, Türkiye’nin demokrasiye geçmesi istikametinde Demokratik Batı ülkelerindeki beyanlardan duyulan rahatsızlık dile getiriliyordu. İkinci Dünya Savaşının bitmesiyle beliren bu eğilim, CHP’nin içindeki müfritleri rahatsız etmekteydi. Hatta bu çevreler, yeni partilerin ancak CHP’nin bir türevi olabileceğini düşünüyorlardı. Ulus’ta bu rahatsızlık şöyle dile getiriliyor:

Demokrasiye Geçmeliymişiz…

“Demokrasinin bütün gereklerini yerine getirmeliymişiz. Çünkü zafer tek partili rejimlere karşı demokrasiler tarafından kazanılmış imiş. Peki, ama Rusya kaç partili bir demokrasi idi? Büyük Millet Meclisi rejimi kalacaktır. Türk demokrasisi onun disiplini ve kanunları içinde gelişecektir. İkinci, üçüncü, dördüncü parti, hepsi yalnız bu amacı güttükleri zaman ve ancak bu amacı güttükleri zaman ve ancak bu amacı güttükleri kadar itibar bulacaklardır. Sözün kısası bu!”

Bu bakımdan 1946’dan sonra kendiliğinden ve sadece İnönü’nün isteğiyle demokrasiye geçildiğini zannetmek yanlış bir düşünce olacaktır. Demokrat Parti’nin mühim isimlerinden Samet Ağaoğlu, Demokrat Parti’nin Doğuş ve Yükseliş

Sebepleri adlı değerli çalışmasında, bu geçiş sürecinin zorluklarını, bu dönemde vatandaşların ve siyasetçilerin yaşadığı problemleri şu şekilde anlatılıyor:

Köylü Jandarma Baskısından Yılmıştı

“Jandarma çavuşu da yanımızda. Köylü bize, biz onlara sessiz bakışıyoruz. Çavuş ‘Konuşun, diyor, ne derdiniz varsa söyleyin, işte beyler sizi dinlemeye gelmişler.’

Çavuşun dudaklarında ince, küçültücü, alay eden bir gülümseme. Elindeki kırbaçla çizmelerine hafif hafif vuruyor.

Orta yaşlı bir köylü başını salladı:

-Doğru söylersin Çavuş. Fakat beyler gidince şu kırbacı sırtımızda şaklatacaksın!

Yine susuyorlar. Biraz sonra bir başka köylü

Ne diyelim beyler, her şeyin bir vadesi var. Bugünkülerin vadesi de geldi galiba!”(s.7)

İsmet İnönü, halktan yükselen bu tepkiler karşısında, adeta vadelerinin dolduğunu anlamış ve geçiş sürecinin demokratik bir şekilde olmasını temin etmeye yönelmiştir. İnönü,  bu düşüncelerini Nihat Erim’e şöyle anlatıyor:

İnönü: Demokrasiye Geçmezsek İşin Sonu Kötü Olur

“Tek parti rejimleri normal demokrasi usulleri ile idare şekline intikal edemedikleri, hiç değilse bu zaruri olan intikali tam yapamadıkları için yıkılmışlardır… Memleketimizi böyle bir akıbetten korumalıyız. Ciddi ve esaslı murakabe sistemine süratle geçmeliyiz. Ben ömrümü tek parti rejimiyle geçirebilirim. Ama sonunu düşünüyorum. Benden sonrasını düşünüyorum. Bu sebepten, vakit geçirmeksizin işe girişmeliyiz.”

 

1946 Seçimlerindeki Baskılar

1946 seçimleri, açık oy, gizli tasnif ve sayılan oyların yakılarak imha edilmesiyle itirazların önüne geçmek suretiyle Türkiye seçim tarihine kara bir leke olarak geçmiştir. 1946 seçim kampanyalarında yaşanan haksızlık ve uygulamalar da, bu bakımdan ayrıca tarihe geçecek önemdedir. Mustafa Çufalı’nın kitabında bu konuda, sadece Temmuz ayının ilk on gününde Vatan gazetesine akseden haberler şöyle sıralanıyor: “Bolvadin kaymakamının muhtarlardan CHP aleyhine konuşan vatan hainleri hakkında derhal yasal işlem yapılmasını istediği haberlere yansımıştı. Başka bir habere göre, Manisa’da jandarma komutanı muhtarlara DP’den istifa etmeleri için yazılı emir göndermişti. Diğer bir habere göre Çubuk kaymakamı köyleri dolaşarak halkı dövüp ölümle tehdit ediyordu. Bursa’nın köylerinden de şikayetler geliyordu. Köylere DP mensupları gidemiyor, jandarmalar köylerde DP tabelalarını kaldırıyor, ocak teşkilatlarını kapatıyordu. Bunların dışında Tekirdağ, Adana ve İzmir’den de baskı haberleri geliyordu. Bunların içinde gündemi en fazla meşgul eden İzmir’den gelen haberlerdi. İddialara göre İzmir’in meşhur sabıkalıları CHP için çalışmak üzere görev almışlardı. Bir süre önce İzmir valisine  ‘Siz vali misiniz yoksa Halk Partisi mensubu mu?’ diye soran bir köylü, bu eli bıçaklı sabıkalılar tarafından jandarmanın gözleri önünde bıçaklanmış ve öldüresiye dövülmüştü. Bir jandarma onbaşısı da Tire’nin köylerinde DP’lilere meydan dayağı  atmıştı. Bir gün sonra İzmir’de bir kişi daha bıçaklanmıştı. Tüm bunlara ek olarak DP mensupları, haklarında suç isnad edilerek mahkemeye sevk ediliyor ve hapse atılıyor; Vali, Halk Partisi dışındakilerin propagandasına engel oluyordu. DP yetkililerinin tüm bu baskılara karşı tedbir alınmasını istemelerine rağmen şikayetler sona ermiyordu.”

Yeni Yüzyıl Gazetesi, 16.05.2016

Bu Yazıyı Paylaşın

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et