Önce bir zorunluluk koyarsın, sonra o zorunluluğu uygulatamadığını görünce, kendi koyduğun kuralı esnetmek için binbir türlü takiyenin yolunu açarsın.
Beş buçuk yaşında bebeleri okullu yapma sevdasının yol açtığı kargaşadan söz ediyorum.
Malum, önce 66 aylık çocuklarını okula göndermek istemeyenler için doktor raporu kapısı açıldı. Tabii hem velileri hem de doktorları son derece zor duruma sokan bir uygulamaydı bu. Hiçbir anne baba çocuğunu okuldan kurtarmak için “geri” raporu almak istemez. Doktorlar için de zordu, zira önüne gelen çocuklar “problemli” değil, sadece yaşları küçük olduğu için ailenin okula göndermek istemediği çocuklardı.
Zoraki formüller
Rapor işi son derece antipatik bulunduğu için yürümedi anlaşılan. Bunun üzerine Bakanlık, kendi çıkardığı yasayı esnetmek için yeni formüller geliştirmeye koyuldu. 66 ayını tamamlamasına rağmen yaşıtlarından fiziksel olarak küçük olan çocukların okula başlamasının okulda müdür, sınıf ve rehber öğretmenlerinin katılımıyla kurulacak kayıt komisyonu tarafından bir yıl ertelenmesi formülü bunlardan bir tanesi. Ayrıca 66 ayı dolduran çocukların 1. sınıfa başladıktan sonra 1-2 ay içerisinde uyum sağlayamazsa öğretmenin raporu ve velinin de yazılı taahhüdü ile anasınıfına geçirilmesi gibi bir esneklik de sağlanmaya çalışılıyor. Bütün bu formüllerin “Cezası neyse öderim, göndermem” diyen velilerin sayısının hayli kabarık olması yüzünden geliştirilmiş formüller olduğu besbelli. Bakanlık koyduğu kuralı işletememe durumuna düşmektense böyle yapay çözümlerle durumu kurtarmaya çalışıyor.
Peki bütün bunlara ne gerek vardı? Önce zorunluluk koyup sonra da o zorunluluğu esnetmek için formüller arayacağınıza bu işe hiç kalkışmasaydınız olmaz mıydı?
Çocuk okula ne kadar erken başlarsa o kadar iyi olurmuş. Dünyada da böyleymiş. Araştırmalar, okula beş yaşında başlayan çocukların gelişimi ile yedi yaşında başlayanların gelişimi arasında büyük fark olduğunu ortaya koyuyormuş.
Peki gelişim dediğiniz şey nedir? Bütün çocuklar aynı mıdır? Aceleniz nedir? Sürüye ne kadar erken katılırsa o kadar iyi vatandaş olacak…
Mesele bu mudur?
Zorunluluk değil özgürlük
Size şaşmaz bir ölçü vereceğim:
Bir ülkenin ne kadar “ileri” ne kadar “çağdaş” olduğunu anlamak istiyorsanız, zorunlulukların listesini çıkaracaksınız. Ne kadar az şey zorunlu ne kadar çok şey gönüllü ise o ülkenin o kadar uygar olduğuna karar vereceksiniz. İnsan mutluluğunun bir bakıma “zorunluluklar dünyasından özgürlükler dünyasına geçiş” demek olduğunu kavrayacaksınız.
Bizde maşallah, zorunlu askerlik, zorunlu eğitim, zorunlu sosyal güvenlik, zorunlu din dersi, zorunlu oy kullanma, zorunlu kıyafet, zorunlu deprem sigortası ve hatta zorunlu Atatürkçülük’le (Anayasamıza göre) liste uzayıp gidiyor… Çünkü bizim devlet herhangi bir şeyin kendince doğru ve halkın iyiliğine olduğuna inanmışsa, onu hayata geçirmenin tek yolunun zorunlu kılmak olduğuna inanıyor.
İşte zorunlu eğitim yaşının hem yukarı hem de aşağı doğru boyuna çekiştirilip durulmasının arka planında da devletin bu müzmin huyu yatıyor. Çocukları anne babaların “ellerine” terk ederlerse ya üfürükçü ya satanist yapacaklarını sanıyorlar!
Oysa ideolojik bağnazlık gözleri bu kadar körleştirmemiş olsa, bu halkın en büyük tutkusunun çocuğuna iyi bir eğitim vermek olduğunu; hatta bunu hayatının en büyük ideali olarak algıladığını; çocuğunu okula göndermek için hapis tehdidine ya da para cezasına hiç de ihtiyacı olmadığını görecekler.
Aile çocuğu için en iyisini bilir. Bütün uluslararası metinlerde çocuk reşit oluncaya kadar, onunla ilgili kararları almada aileyi yetkili kılmasının gerisinde yatan kabul de budur. Ve her türlü zorunlu eğitim kararı bu genel kabulü ihlaldir.
Biz bunu yıllar yılı Kemalist yöneticilere anlatmaya çalıştık. Şimdi de AK Parti’ye anlatmaya çalışıyoruz.
Bugün, 03.09.2012