ABD’de Meksika sınırından geçen göçmenlerin susuzluktan ölmemesi için Arizona yakınlarındaki çöle su şişeleri bırakan Dan Milis isimli bir insan hakları eylemcisine iki yıl önce çevreyi kirlettiği için 175 dolar ceza verilmişti. Her yıl çoğu çocuk binlerce Meksikalıya mezar olan Arizona çölünde ölümleri azaltmayı amaçlayan bu insani eylemin böylesine saçma bir gerekçeyle durdurulmaya çalışılmasının ahlaki yönden hiçbir bir tutar yönü yok. Bu açıkça şunu gösteriyor: Güvenlik endişesi söz konusu olduğunda değil insan haklarının askıya alınması, yaşama hakkının bile hiçe sayılabildiği ayan beyan ortada.
İşte buna benzer bir durum hemen yanı başımızda da yaşanmaya başlayacak. Geçen yılın ortalarından beri Türk-Yunan sınırında mültecilere karşı askerli birlik görevi yapan AB Sınır Birliği Frontex yetmemiş olacak ki Yunan hükümeti ABD’nin Meksika sınırına ördüğü tel örgü duvarı modelini Türkiye sınırında da uygulamaya karar verdi. Nisan ayında uygulamaya konacak bu tel duvar projesiyle mültecilerin yoğun olarak kullandığı güzergâh olarak düşünülen 13 kilometrelik bir alanı dışarıdan girişi engelleyerek şekilde örmeye ve bu sayede artık yükünü taşıyamadığı mültecilerden kurtulmayı hedefliyor. Peki, ABD Meksika sınırına hem de elektrikli teller ördüğünde göçmenlerin geçişini engelleyebilmiş miydi? Hayır.
TEL DUVAR İŞE YARAR MI?
Şunu kabul etmek gerekir ki; mülteciler konusu Yunanistan’ı felç etmiş durumda. Yunanistan’a her gün bir köy büyüklüğünde mülteci nüfusu dâhil oluyor. 10 milyonluk ülkede sirkülasyon ve yasal prosedür dışında-kilerle birlikte 1 milyona yakın düzensiz göçmen, mülteci veya sığınmacı adayı olduğu tahmin ediliyor. Bu mültecilerin yaşamları ise katlanılmaz derecede zor. Hiçbir güvenlik ve yardım imkanına erişemedikleri gibi bir de aşırı milliyetçi grupların saldırılarına açık bir hedef halindeler. Onlarca kişi tıka basa sığındıkları virane evlerde veya araba kaportalarından inşa edilen orman içi kamplarda kalacak yerleri olsa da burası da bir şafak vakti ateşe verilme riski taşıyor. Aşırı milliyetçi grupların mültecilere yönelik saldırılarına Yunan güvenlik birimleri de göz yumuyor ve hiçbir takibat gerçekleştirilmiyor. Çünkü kendilerinin sağlayamadığı güvenlik açığını bu grupların giderebildiği yaklaşımı var.
Yunanistan’ın demokrasisinin sınanmasına mahal veren bu masif meselenin altından tek başına kalkamayacağı açık. Ancak Atina’nın bu yeni planı, sorunun çözümüne yönelik katkı getirmeyebilir. Bu daha çok insan kaçakçılarının profesyonelleşmesine ve sadece rotanın değişmesine neden olacak. Bir yandan insan kaçakçılarının işini zorlaştırsa da esas olarak daha çok mültecinin hayatını kaybetmesine neden olacak riskli bölgelerin yeni güzergâhlar olarak kullanılmasına, sözgelimi Evros Deltası ve Ege adaları gibi zorlu gü-zergâhları kullanmaya mecbur bırakacak.
GÜVENLİK EKSENLİ DEĞİL İNSANİ BAKIŞ GEREK
Öte yandan güvenlik eksenli bu bakış insan haklarına da temelden aykırı. Bu her şeyden önce İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde geçen sığınma hakkını tehlikeye sokacak bir durum. Yunanistan, Türkiye’den gelen mültecilerin önüne geçmek için bu tel örgüleri devreye sokarsa insanlık ile arasına duvar örmüş olacak. Sınır güvenliği yaygarası altında mültecilerin, sığınmacıların insan hakları basit bir dipnota indirgiyor. Hayatta kalma mücadelesi veren ve korunmaya gereksinim duyan mültecilerin yaşama ve güvenlik hakkına tamamen aykırı bu utanç verici proje, AB’nin göç ve mülteciler konusundaki son dönemde devreye soktuğu politikalarla da uyum içinde.
İçinde bulunduğu ekonomik kriz ve 11 Eylül saldırıları sonrası artan güvenlik paranoyası Avrupa Birliği’nde göç ve mülteciler konusunda da oldukça sert değişimleri beraberinde getirdi. AB, artık göçmenler ve mülteciler konusunda yükümlülük almamak niyetiyle kendisine bir nevi kapı bekçileri aramaya yönelik politikalara sarıldı.
AB YÜK PAYLAŞIMINA GİTMELİ
Yunanistan’ın bu yeni adımı haklı olarak AB kalesinin sınırlarını yükseltmek olarak karşılandı. Bu çok doğru. AB her geçen gün, Nazi Avrupası ruhunu hatırlatırcasına duvarlarını yükselten bir kale görünümüne bürünüyor ve kapısını dış dünyanın suratına kapatıyor. Ancak bu, Avrupa’ya ulaşmaya çalışan mülteci adayları ve göçmenlerin geri adım atmasını engelleyemiyor.
AB’nin bunun yerine ortak bir iltica politikası belirleyip, mülteciler konusunda yük paylaşımına gitmesi gerek. Bu nedenle Kuzey Avrupa ülkelerinin, Yunanistan ve Malta gibi aşırı mülteci nüfusuna sahip olduğu için hiçbir yükümlülüğünü yerine getirmeyen ülkelere Dublin II Anlaşması’na sığınıp mülteci göndermek yerine bu ülkelerden mültecilerin ülkelerine kabul edilmesine yönelik politikalar yürütmesi gerek. Avrupa değerlerinin sınanmasına neden olan bu durum içinde bulunduğumuz çağın en büyük utanç meselelerinden biridir.
YeniŞafak, 17.01.2011