“Düşmek, yükselmek uğrunadır.”
Erich Fromm
“Eğer önündeki yol açık ve net görünüyorsa, muhtemelen başkasının yolundasındır.”
Carl Jung
İnsan, varoluş gayesine ulaşmaya çalışırken sıkça tökezler. Düşmek, eksilmek, yanılmak… Hepimizin öyküsünde kaçınılmaz duraklardır. Oysa çağımızın öğrettiği şey, yalnızca başarıya odaklanmak, düştüğünde hemen ayağa kalkmak ve tökezlemiş her anı bir utanç vesilesi saymaktır. Bu düşünce biçimi, ruhun doğal salınımını bastırır. Çünkü ruh, bazen düşerek genişler. Fromm’un dediği gibi, düşmek yükselmenin ön koşuludur. Derinleşmek isteyen bir insanın önce parçalanması, kendi içinin labirentlerine girmesi gerekir.
Düşmek aynı zamanda bir boşlukla yüzleşmektir. O boşluk, insanı zayıflatmaz, onu kendiyle tanıştırır. Yükseliş, ancak bu tanışıklığın ardından gelir. Dışsal olarak alçalmış gibi görünsek de içsel olarak derinleşmiş olabiliriz. Ve bu derinleşme, sahici bir yükseliştir. İnsan bazen dibe çarpar ki neyin üzerine yükseleceğini kavrayabilsin.
Ne var ki bu yol genellikle yalnızdır. Çünkü kendi yoluna giren kişi, toplumsal onaydan uzaklaşır. Carl Jung’un uyarısı burada anlam kazanır: Eğer gittiğin yol fazlasıyla düzenli, fazla “mantıklı” ise, herkes tarafından övülüyorsa, o yol sana ait olmayabilir. Kendi yolun, sisli ve zorludur. Adımların netleşmesi zaman alır. Ama işte tam da bu belirsizlik, bireyselliğin, özgünlüğün ve ruhsal özgürlüğün habercisidir.
Her İlave Bir Eksiltmedir
Her öneri, her yönlendirme, her “senin için en iyisi bu” sözü… Dışarıdan gelen her müdahale, insanın kendi sesine bir parazit gibi karışır. Başkasının beklentilerini kendine ilave ettikçe, kendi özünden bir şeyler eksilir. Çocuklukta dayatılan idealler, gençlikte taklit edilen kahramanlar, erişkinlikte giyilen uygun maskeler… Hepsi bir ilavedir. Ve her biri, kişinin kendine yabancılaşmasına neden olur.
Toplum bizden ‘iyi bir hayat’ ister ama bu iyi hayat genellikle bir kopyadır. Okul, iş, evlilik, mülk, statü… Bunlar elbette değersiz değildir. Ama bireyin iç dünyası bu yapılarla örtüşmüyorsa, o zaman her başarı, bir boşluğu büyütür. Kendi yolunu bulamayan kişi, başkasının yolunda yürürken, nihayetinde kendi iç sesine sağır hale gelir.
Oysa gerçek yolculuk, eksilterek olur. Kendi olmayan her şeyi soyarak, geriye yalnızca özü kalana dek. Kimi zaman bu soyunma süreci, çevrenin gözünde bir başarısızlık gibi görünür: Kariyer değişikliği, yalnızlık tercihleri, kırılmış ilişkiler… Ama belki de bütün bunlar, insanın içindeki yük fazlasını atmasından ibarettir. Gerçek yük, ruhu baskılayan fazlalıklardır. Onlardan kurtulmak, özgürleşmektir.
Kendine Doğru Bir Yolculuk
İnsan olmak, bir sanat işidir. Teslimiyetle boyanmış bir sabır, kararlılıkla oyulmuş bir emek ve içe doğru büyüyen bir dikkat ister. Bu yüzden Fromm, “olma sanatı” der. Sahici olmak, sosyal maskelerin ötesine geçmeyi, Jung’un uyardığı gibi, net ve pürüzsüz yollardan sapmayı gerektirir. Çünkü gerçek dönüşüm, belirsizliğin içinde, düşüşlerin gölgesinde filizlenir.
Düşmenin utanç değil, bilgelik olduğunu kabul etmek… Yükselişi yalnızca sonuçta değil, sürecin kendisinde aramak… Ve başkalarının kalıplarını değil, kendi iç pusulamızı takip etmek… İşte o zaman, “kendimize ait” bir hayatta, gerçekten var olabiliriz.
kapak görseli: Jordan Siemens / Getty Images

