Başbakan, “Yolu siz açacaksınız” demiş madem, hadi bakalım, yolu açma çalışmalarına başlayalım…
Aslına bakarsanız ben kendi payıma yolu hep açık tutmaya çalışmış biriyim. Bu meseleyi tartışmaya hiçbir zaman ara vermedim. Başörtülü kadınlara konan siyaset yasağını hep gündemde tutmaya çalıştım.
Bir ülkede kadınların yarıdan fazlası siyasi yasaklı iken, siyasete kadın katılımının arttırılmasından, kadın kotası koymaktan, daha çok kadının partilerde etkili konumlara getirilmesinden bahsetmekten daha büyük riyakârlık olabilir mi?
Türkiye yıllardır bu riyakârlığı yapıyor. Ve artık bu riyakârlığa bir son vermek gerekiyor. Bu açıdan bakıldığında, Başbakan’ın gazetecilere yaptığı açıklamayı, 2011 seçimlerinde AK Parti’nin başörtülü adaylarla seçmen karşısına çıkacağının ön haberi olarak görebilir ve sevinebiliriz.
Ne var ki, Başbakan’ın da kastettiği gibi, bu iş damdan düşer gibi olmaz. Başörtülü adaylar karşımıza çıkmadan önce bizim toplum olarak açıkça konuşmamız, hesaplaşmamız ve hazmetmemiz gereken meseleler var ve bunu yapmak için önümüzde kalan süre hiç de uzun sayılmaz.
O zaman hemen başlayalım:
Türkiye geçtiğimiz yıllarda 28 Şubat’la oldukça köklü bir hesaplaşma yaşarken; andıçlar deşifre olur, kimi medya patronları ve köşe yazarları özeleştiriler yaparken; brifingci yüksek mahkeme üyelerine, birtakım sivil toplum kuruluşlarına ve CHP’ye o dönemde takındıkları darbe işbirlikçisi tutumun hesabı sorulurken; hep atlanan, hiç olmamış gibi davranılan bir şey vardı: Merve Kavakçı Olayı… O gün Meclis çatısı altında yaşanan büyük rezalet… Bir vekilin onu seçenlerin gözü önünde linç edilişi…
Evet, 28 Şubat dönemiyle ilgili her şey konuşuldu. Ama nedense toplumsal histeriye dönüşen o linçten bahsetmemek konusunda sessiz bir konsensüse varmış gibiyiz. Çünkü henüz hiç kimse yakın tarihimize “toplumsal histeriye dönüşen bir bağnazlık dönemi” olarak geçecek olan o olayla hesaplaşmaya; o büyük ayıpla ve o ayıbın kendine düşen bölümüyle yüzleşmeye hazır değil.
Oysa, yolu açmak istiyorsak önce bu olayla hiç kaçamaksız, her yönüyle hesaplaşmayı göze almak lazım.
Mesela o gün Ecevit’in “Haddini bildirin” çağrısıyla ağızlarından köpükler saçarak “dışarı dışarı” diye tempo tutan DSP’liler bugün o yaptıkları hakkında ne düşünüyor? Linç kampanyasının baş aktörü olan basın organları bugün o yayınlarını nasıl değerlendiriyor? Yemin olayının üstünden birkaç saat geçmeden televizyona çıkıp bütün Türkiye’ye bir milletvekilini tanıksız kanıtsız “ajan provokatör” ilan eden Demirel yaptığından utanmıyor mu? Girişilen siyasi linç hukuk terörüne dönüştüğünde, DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel o ünlü gece baskınını düzenlediğinde, Kavakçı apar topar vatandaşlıktan çıkarıldığında bu hukuksuzluğu kılı kıpırdamadan seyreden hukukçuların hiç değilse şimdi söyleyecek bir çift sözleri yok mu?
Ve belki de en önemlisi, o gün Faziletli olan siyasetçilerin bugün bize ve Merve Kavakçı’ya borçlu oldukları bir özeleştirileri yok mu?
Zira Fazilet Partisi’nin Merve Kavakçı olayında takındığı tutum tam bir rezaletti. Bir siyasetçi için, güçler dengesini iyi hesaplamak, kaldıramayacağı yükün altına girmemek en önemli meselelerden biridir. Siyasi başarı için haklı olmak yetmez. Siyasetçinin haklı olduğu konuda adım atacak gücünün de olması, siyaset yaptığı toplumda güçler dengesini doğru tahlil etmeyi bilmesi gerekir.
Ne var ki Fazilet Partisi bunu beceremedi. Adaylar belirlenirken türbanlı aday gösterilip gösterilmemesi konusunda parti içinde tartışma yaşandığını, bir kesimin böyle bir çıkış için vaktin erken olduğunu savunduğunu biliyoruz. Ama ne olursa olsun, mademki sonunda türbanlı aday çıkarılması kararı alındı, partiye düşen bir bütün olarak bu kararın arkasında durmak ve adayına sonuna kadar sahip çıkmaktı.
İşte Faziletliler bunu yapamadılar. Gelen saldırıyı göğüsleyemediler. İlk salvoda kenara çekilip gencecik ve tecrübesiz bir milletvekilini kurtlarla baş başa bıraktılar. Kavakçı o korkunç linç girişimi karşısında neye uğradığını şaşırdı. Gece yarısı kapısına dayanıldığında, Amerikan casusu ilan edildiğinde, medya linci başladığında, ona paravan olmaya çalışan birkaç yürekli insan dışında (Nazlı Ilıcak’ın adını burada minnetle anmalıyız) partinin kodamanlarının hiçbiri yanında yoktu. Parti sinmiş, herkes kendi derdine düşmüş, Kavakçı kurbanlık koyun gibi dımdızlak ortada kalmıştı.
Şimdi bu konuyu tekrar gündeme getirdiklerine göre, o zaman Fazilet Partili olan AK Parti liderlerinin bu konuyu nasıl değerlendirdiğini bilmek istememiz normal değil mi?
Biz yolu açmak için elimizden geleni yaparız yapmasına ama siyasi iradenin de geçen defa yaptığını yapmayacağına güvenmemiz lazım.