7 Ağustos 2015 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde yayınlanan “Korkudan Erdoğan’ı anmıyor” isimli röportajında Selda Bağcan hem nev-i şahsına münhasır durumuna, hem de yıllarını bu işe adamış “ağır solcu” duruşuna uygun açıklamalarına devam etmişti. Röportajı gerçekleştiren Ceren Çıplak’ın Selda Bağcan’a sorduğu ilk sorunun “Protest müziğin sesi olan bir sanatçı olarak bugünlerde ülke gündemiyle ilgili nasıl duygular içindesiniz?” sorusunun ve Bağcan’ın cevabı üzerinde durmayacağım. Belli ki protest müziğin sesi olan Selda Bağcan ile protest bir röportaj gerçekleştirilmeye heveslenilmiş. Ancak ikinci sorudan itibaren aşağıda alıntılanan diyaloğun yaşattığı rahatsızlığı da dile getirmeden edemeyeceğim. Öncelikle protest sanatçımız Selda Bağcan ile protest gazeteci Çıplak’ın konuşmalarına bir göz gezdirelim:
“- Bugünkü Türkiye atmosferinde barış yok, kin ve nefret var. Bu kaos atmosferinin sizce sorumlusu kim?
Baş sorumlu belli, malum kişi. Bugünkü yöneticiler kanunsuz yapıyorlar her şeyi.
– Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın adını neden kullanmıyorsunuz?
Ben nasıl eleştireyim? Her şeyi söylüyorum daha ne söyleyeyim. Ama bunu dersen Cumhurbaşkanı’na hakaretten, yallah içeri. Bunu yapabilirler. Onun için baş sorumlu bir kişi diyeceksin. Anlayan anlayacak zaten. Üç kere içeri girmişim.
– Gerekirse bir daha girmez misiniz içeri?
Biraz da siz girin artık. Biz yaşlandık artık gençler girsin.
– Peki, yeni bir Gezi’ye ihtiyacımız var mı?
Hem de nasıl. Daha yoğun, daha disiplinli bir Gezi’ye ihtiyacımız var. Daha düzgün olabilir. Biraz dağınıktı. Partileşemediler. Yeni bir Gezi derken daha dağınık olmayan daha dayanışma içerisinde ve bu düzenden hoşnutsuz olan bütün partilerin de destekleyeceği yeni bir direnişe ihtiyaç var aslında.”
Bazılarınıza göre günlük hayatta fazlasıyla rastlanılan böyle klişe cümleleri içinde barındıran bu diyaloğun beni dehşete düşürdüğü muhakkak. Her ne kadar Selda Bağcan’ın hitap etmesi sonucu Metris’i kendisine mesken tutacak gençlerden olmasam da benim ona hitaben bazı itirazlarım olacak. Bu itirazları gençliğini siyasete bulayıp kendisinden sonra gelen gençlerden de aynı adanmışlığı bekleyen pek çok sol kökenli heyecanı genç, bedeni yaşlı birey için de düşünebilirsiniz.
Birincisi, doğurmadığınız çocuklar üzerinde iddia ettiğiniz haklarınız bitemedi. Ölen çocuklar ya “vatan sağolsun” diye; ya da “devrim uğruna” ölünce yaşamadıkları yaşamları daha değersiz olmuyor. Yaşayamadıkları ilk aşkları, söyleyemedikleri ilk şarkıları, anlatamadıkları anıları ile gömdünüz davanız uğruna tüm o çocukları.
İkincisi, Selda Bağcan yaşlılığın getirdiği kendini mutlak otorite figürü sanmaktan mıdır; adaletin tesellisini yanlış anlamaktan mıdır bilinmez, “gençlere yol verme” kavramını biraz yanlış anlamış. Halbuki gençlere kendinizden daha iyi bir hayat dilemeliydiniz, aynı yolun yolcusu olmalarını değil.
Keşke “tekrar hapse girerim” korkusu ile Erdoğan’ın ismini anmamak yerine, “başlarına bir şey gelir” tedirginliğiyle yeni nesillere yönelik isteklerinizi dillendirmeseydiniz. İnsanların yaşamlarının en verimli dönemlerini, tıpkı sizin yaptığınız gibi, cezaevlerinde geçirmesini dilemek yalnızca kendi hatalarınızı kabullenmeyip aynı hatayı tekrar edecek insanların sayısını arttırmayı hedefliyor gibi. Halbuki hatalarınızdan ders almayı denemeliydiniz, başkalarına hata yapmaları konusunda ısrar etmeyi değil.
Üçüncüsü, “Erdoğan’ın ismini geçirirsem Cumhurbaşkanına hakaret ile uğraşırım o yüzden o’na “baş sorumlu” diyeceğim” dediğinizde tabii ki hepimizin aklına Putin geldi, Erdoğan’ı kastettiğinizi zanneden bazı aklıevveller de vardır kesin. Neyse onlar hiç hapse girmediğinden onların oyu dağdaki çoban ile bir Selda Hanım üzülmeyin siz. Zaten aynı röportajda halka yönelik en saf duygularınızı şu cümlelerle dile getirmiştiniz:
“Ben halkıma güvenmiyorum. Hâkimler, savcılar ya zulüm görmedik kimse kalmadı. Bir ben kaldım (gülüyor). Bir intikam gibi… Devlet içinde devlet yapısı varsa bu çok vahim. Halk zulmedilenlere sahip çıkmıyor. AKP’den gelen hiçbir teklifi kabul etmem. Ne akil insan ne makil…”
Yıllarca hiç güvenmediğiniz, aklını küçümsediğiniz “halk”a rağmen onlar için uğraşmış olmanız ne acı. Ama biz yeni nesil sizi anlıyoruz Selda Hanım, hepimiz olmasa da bazıları sizin yerinize hapislerde olmaya razı. Ne de olsa davanız “ulu”, göreviniz “yüce”, yalnız işte yaşlılık falan filan, sizin artık durumunuz hapisler için iç güveysinden hallice…
Son olarak, seçim ile seçilmiş partileri sokak protestolarına katılmaya çağırırken tüm o partilerin tabanlarının temsiliyet haklarının yabana atılmasından gram rahatsızlık da duymamışsınız belli ki. Zaten Ak Parti seçmeninin verdiği oyları verenler “koyun” olduğu için onları insandan saymadınız. Peki ya sokağa dökülmesini istediğiniz partiye oy verenler, diğerleri? Hem niye rahatsızlık duyasınız ki? Onlar hiç hapse girmemiş demek ki.
Bu ülkenin tarihinde Anıtkabir’e şanlı törenlerle defnedilip sessiz sedasız kemikleri ailelerine teslim edilen “Hürriyet Şehitleri” gerçeği de sizi pek rahatsız etmemeli. İçi doldurulan değer yargıları yüzünden ölen çocuğunun “niçin öldüğünün” bir anneye açıklayamamanın azabı da içinize çökmemeli. Ne de olsa amacınız “ulu”, istekleriniz kardeşçe bir de şu AKP’ye oy verenler ülkeyi yavaş yavaş terk etse…
Nedense son satırları yazarken sizin de seslendirdiğiniz bir türkü geldi hatırıma, belki de gençlere tavsiyede bulunurken onu da tutmalı akılda;
“Ne insanlar gelip geçti kapından,
Memnun gelip giden var mı yolundan?
Kimi fakir, kimi ayrı yârinden
Adaletin bu mu dünya?”