Kürtler, devletten çok çektiler. Devlete egemen olan ittihatçı zihniyet ve ideolojiden çok mağdur oldular. Ama gün geldi, bazı Kürtler fazlasıyla ona benzediler.
PKK, bu ihlalciyle özdeşleşme hastalığının en trajik örneği. Ve o da tıpkı Kemalist rejim gibi halkı zorla kurtarmaya çalışıyor. Tek fark, kurtarılacak halkı daha “dar” tanımlaması, yoksa yöntem tıpatıp aynı. O da en az İttihatçı-Kemalist damar kadar totaliter. Tam mutabakat ve mutlak itaat istiyor. Doksan dokuz konuda mutabık ol, bir konuda olma, lanetlenmen için yeter.
Ve en az onun kadar jakoben; “Bana karşı olmayan benimle birliktedir” yerine, “benimle birlikte olmayan bana karşıdır” diyor. Kurtarılacak halkın çatlak ses çıkarmak gibi bir lüksü yok (Bu en hafif tabirle bir “cüret”tir). Ve böyle olduğu için Öcalan, Diyarbakırlı STK’lara “bu cesareti nereden alıyorlar” diye gürleyebiliyor. Öyle ya, cesaret edememeleri gerekir.
BDP de bu zihniyet ve siyaset pratiğinin dışında değil. Ve öyle olduğu içindir ki, geçenlerde BDP lideri Selahattin Demirtaş, bireysel olarak çok iyi tanıdığı ve şimdiye dek BDP ile sayısız kez aynı paralelde açıklama yapmış Diyarbakırlı STK temsilcilerini, olağanüstü bir vefasızlık pahasına, sırf “evet” dedikleri için paylayabiliyor, çıkarcılıkla suçlayabiliyor.
***
Şimdi, “boykot” kararını uygulatabilmek için “halkımız” dediği insanlara “sürü muamelesi” yapıyor. Kendisini onların sahibi olarak görüyor ve sandığa gitmesi durumunda “evet” oyu vereceğini bildiği için de onları oradan uzak tutmaya çalışıyor. Van’a gittiğimde, toplumun nasıl terörize edildiğine dair çok bilgi edindim.
“Erdoğan’ın mitinginden dönen insanlara saldırdılar”, “altmış yaşında kadını sokak ortasında dövdüler”, “ben yoktum, eşime ve kızıma sataşmışlar, kızım karşılık verince saldırmışlar, kızımı tanıyan esnaf kolundan tutup içeri çekmiş de ellerinden kurtarmış”, “falancayı da dövmüşler [elmacık kemiğini gösteriyor] yüzünün şurası kırılmış”…
Van’da bu sözleri çok duydum.
Son olarak da arkadaşımın akrabası olan Van İHD şube başkanının babasının dövüldüğünü öğrendim.
***
Van’da doksanlı yılların faili meçhullü alacakaranlık kuşağı sona ermiş, artık akşamları “Mecburiyet Caddesi” boyunca insanlar gezip dolaşabiliyor. Ama bu kez de başka bir baskı var. Ve o baskıya karşı da çok korunaksızlar. Şimdi birçok yerde, Öcalan’ın “Cuma Hutbesi”nin “tefsirine” bağlı olarak Kürtlerin ev hapsine alınabileceğinden korkuluyor. Bu olursa, özellikle de kent merkezlerinden uzaklaşıldıkça, korkudan dolayı o gün kimsenin kolay kolay evinden çıkıp oy kullanamayacağından yakınılıyor. Ve kimse bu tür sözleri yadırgamıyor, “hadi canım, olmaz öyle şey” demiyor.
***
“Yahu bu Kürtler ne bahtsız milletmiş” demişti bir arkadaşım.
Gerçekten de öyle. Başlarının üstünden sopa hiç eksik olmuyor. Sopanın birinin menzilinden çıktıklarında ötekininkine giriyorlar.
BDP bunu görmeli. Bu ittihatçı zihniyet ve pratikten kurtulmaya çalışmalı. Çoğulculuğu Kürtler arasında da istemeli ve farklı düşünen Kürt seçmenin iradesinin ezilmesine kendisi karşı çıkmalı.
Biliyorum, BDP’liler bütün bu olanlara “münferit” diyecekler. Ama bunu söylerken, hem doğru olmadığını bilecekler, hem de bu sözü bir yerden hatırlayacaklar…
En azından yıllarca insan hakları savunuculuğu yapan Demirtaş hatırlayacak…
Star, 31.08.2010