Türkiye’de bürokratik askerî vesayetin ardındaki zihniyeti çözmek için kullanılabilecek en basit ve en etkili yol, bazı emekli askerleri -özellikle emekli generalleri- televizyon programlarında dinlemektir. Yakınlarda bir emekli generali bir tartışmada izledim. General özetle ve yaklaşık olarak (veya mealen) şöyle demekteydi:
“Bazıları askerlerin sınır boylarına konuşlanmasını, sırtını ülkeye dönüp sadece ‘dış düşmanları’ takip etmesini, ülkede ne olup bittiğiyle hiç ilgilenmemesini istiyor. TSK, bunu yapamaz. TSK’nın görevi bu değildir. O, bütün ülkeyi gözetlemek ve millî güvenliğimizi ve rejimi korumak için üstüne düşenleri yapmak zorundadır. Darbe yapmayı TSK asla istemez, ama siviller ve siyasîler darbe yapılmasına sebep olacak, darbeye ortam hazırlayacak şeyler yapmamalıdır. TSK’yı istemeden de olsa darbe yapmaya mahkûm etmemelidir. Yoksa kim ister darbe yapmayı! Darbeler esnasında kötü şeyler olmuş ve hatalar yapılmış olsa bile bunlar sonradan mesele haline getirilmemelidir. Sonradan konuşmak kolaydır. O dönemdeki şartlara bakmak ve ona göre yargıda bulunmak gerekir…”
Takip ettiğim kadarıyla bu emekli general daha sivil bir kişiliğe sahip, daha demokrat biri olarak biliniyor. Belki öyle bir izlenim bırakmaya özellikle dikkat ediyor. Ancak programda, nasıl süslü bir söylem tutturursa tuttursun, konuşması biraz uzayınca, biraz ters bir soruyla karşılaşınca demokratlığı lime lime dökülüyor ve otoriteryen tavır ve kişilik ortaya çıkıyordu. Daha demokrat olduğu söylenen bu kişi, emekli ve muvazzaf subaylar için bir ölçü olarak alınacak olursa aynı kafadaki askerlerin demokrasi bilgisi ve demokrasiyi hazmetme derecesi konusunda pek iyimser olmamak gerektiğini, emekli generalin performansı, insanın yüzüne çarpıyordu.
Emekli generalin bu sözleri, satır araları ve mantıkî arka planı vesayetçi zihniyeti ifşa etmektedir. Demokratik bir ülkede ordunun tek görevi, tam da onun olmaz dediği şeydir: Sınırları korumak. Ordu, bütün enerjisini buna vermelidir. Toplumda ne olup bittiği onun işi değildir. Her demokratik toplum fikir, kanaat ve tercihlerde bir çoğulculuğa sahiptir. Ordu, bu tercihler arasında taraf olamaz. Olursa siyasete batar. Ne yazık ki, bizim gibi ülkelerde, ordular çoğu zaman düşmanı izlemek ve harp sanatını öğrenmek ve talim etmek yerine siyasete batmakta ve kendi toplumuyla uğraşmaktadır.
BİR ORDUNUN MEŞRULUĞUNU MUHAFAZA EDEBİLMESİ İÇİN…
Neden Amerikan ordusu, Alman ordusu kendi toplumuyla uğraşmamakta, toplumuna efendi gibi davranmamakta ve fakat bazı ülkelerde böyle olmaktadır? Böyle bir ordu, gerçekten, meşruluğunu nasıl muhafaza edecektir? Dahası, ordu, icraatları geniş toplum kesimlerini rahatsız ediyorsa, nasıl kuvvetli, toplumun güvenine sahip bir ordu olacaktır? Sözünü ettiğim kafadan asker memurlar bu soruya kendilerince bir cevap vermiş görünüyorlar. “TSK siyasete gömülmüş durumda, bir parti gibi davranıyor” diyenlere, “laiklik ve üniter devleti korumak, irtica ve bölücülüğe karşı olmak siyaset yapmak değildir” ezberini yetiştiriyorlar. Aslında bunu savunmakla siyasetin tam ortasına battıklarını ve imtiyazlı siyaset yapma lüksünü kendilerine tahsis ettiklerini göremiyorlar. Öyle ya, silahlı gücü olan başka hangi siyasî görüş var? Diğer görüşler silahlı gücü olan görüşe nasıl muhalefet edebilir?
Demokratik siyaset her meselenin toplum –siyasetçiler- tarafından ele alınabilmesi, irdelenebilmesi ve müzakereler ve demokratik süreçler yoluyla çözülebilmesi demektir. Oysa, bizde, silahlandırılmış bürokrasinin yaptığı, siyasetin konusu olması gereken şeyleri demokratik siyaset alanının dışına çekmek, onların tanım ve yorumunu askerî tekel altına almak ve dolayısıyla demokratik siyaseti öldürmektir. Laiklik, ülke bütünlüğü, üniter devlet gibi konular da siyasîdir. İlke olarak üzerlerinde geniş mutabakat sağlansa bile bunların ne olduğuna ve nasıl uygulanması gerektiğine herhalde askerler karar veremez. Bu, toplumun işidir ve toplum bunu demokratik hak ve özgürlükleri çerçevesinde müzakere ve karar alma yöntemlerini kullanarak yapacaktır. Mesela laiklik. Ben laikliğin önemli ve gerekli bir ilke olduğuna inanıyorum. Bazılarının sandığı gibi demokrasinin gerekli veya yeterli şartı olmasa bile özgürlüğün önemli araçlarından biri olduğuna ve siyasî sistemin temel ilkelerinden biri olması gerektiğine inanıyorum. Ama bu ilkeyi asker bürokratların anladığı gibi anlamıyorum. Öyle anlamak zorunda mıyım? Niye askerlerin görüşü benimkinden daha doğru olsun? Ellerinde silah olduğu için mi? Silahla desteklenen görüş doğru görüş müdür? Yoksa askerler, laiklik gibi konuların ülke ve dünya çapında uzmanları mıdır?
Siyasî toplumda temel tarz ve değerlerin bir defada ve herkes ve bütün zamanlar için kesin ve değişmez şekilde belirlenebileceği görüşü de tuhaftır. Bu, gelecek nesillerin akıl ve tercihlerine ambargo koymak anlamına gelir. İnsan iradesiyle değiştiremeyeceğimiz, ortadan kaldıramayacağımız tek siyasî değer insan haklarıdır. Yani bir kişi bir görüşte olsa diğer tüm insanlar farklı görüşte olsa bile o tek kişinin hak ve özgürlükleri ortadan kaldırılamaz. Çünkü haklar insan olmaktan kaynaklanır ve bize toplumun lütfu değildir. Buna karşılık, siyasî yönetimin biçimi, ilkeleri, tarzı vs. insan aklının ve toplumların değerlendirmelerine tabidir. Değişmezlik ilan ederek bu alanlarda hayat dondurulamaz. Aşırı, hızlı ve radikal değişiklik tehlikeli görülüyorsa iki şey yapılabilir. İlk olarak birey hakları üzerinde siyasî sistem türünden bağımsız olarak mutlak konsensüs sağlanır. İkinci olarak sistemdeki değişiklik iyi tanımlanmış ve işletilmeleri nispeten güç şekil şartlarına dayanan kurallara bağlanır. Anayasa değiştirmede vasıflı çoğunluk aranması gibi…
TOPLUMUN GÖREVİ VE HAKKI OLAN NEDİR?
Asker memurlar değişmezleri ilan etmekle ve onları tanımlama yetkisini tekellerine almakla siyasetin âlâsını yapmaktadır. Bu, elbette, demokratik siyaset değildir, tekelci siyasetin ta kendisidir. Bir demokraside bu kabul edilemez. Nasıl Amerikan, İngiliz, Alman ordusu siyasî sistemin temel özelliklerini belirleme yetkisini kendisinde göremezse TSK da göremez. O, toplumun ona verdiği sınırları savunma görevini yine toplumun sağladığı silah ve yetkileri kullanarak yürütmekle mükelleftir. O kadar. Demokratik bir ülke olacaksak askerler eninde sonunda bu ilkeyi kabul edecektir. Yoksa, demokrasiyi unutmamız gerekir.
Ancak, askerî vesayet sorununun çözümü sadece asker memurların kendine çekidüzen vermesinden ve demokrasilerde askerlerin içinde kalması gereken sınırlara çekilmeyi kabul etmesinden geçmemektedir. Bunu sağlamak ve askerlere durmaları gereken yeri bildirmek -emretmek- aslında toplumun görevi ve hakkıdır. Demokrasi yanında, medeniyetin de temel ölçülerinden biri silahlı güçlerin sivil otoriteye tabi ve onun tarafından kontrol ediliyor olmasıdır. Bunu yapamayan hiçbir ülke, uygar bir ülke olamamıştır. Toplum bunu yapma yolunda bir iradeye, bir kararlılığa sahip olmadan, askerî vesayeti kaldırma işi gerçekleştirilemez. Militarizmin kökleri bazı sivillerin -gazeteci, akademisyen, politikacı, bürokrat, işadamı- zihin dünyasında da aranmalı, bulunmalı ve teşhir edilmelidir. Siviller gerçekten sivil olsa, ellerindeki silah gücü ne olursa olsun, askerler, alanları dışına taşmaya, siyasî sisteme hükmetmeye, topluma efendilik taslamaya, toplumun velinimetiymiş gibi davranmaya kalkışamaz.
Zaman, 24.07.2009