“Bugün vatandaşlar arasında kardeşliği, birliği geliştirmekle yükümlü olan devletin, onları devletten lütuf bekleyen, bir şeyleri koparmaya çalışan bireyler haline getirdiği kuşkusuzdur.” Frederic Bastiat
***
Bugün siyasette, Türkçeye patron-müşteri ilişkisi diye çevrilen (bazen de kliyentalizm şeklinde ifade edilen) bir kavram var.
Buna göre; siyasetçiler, kamusal imkânlar üzerinden seçmene vaatlerde bulunurlar. Seçmenler de gücü nispetinde siyasetçilerle hizmet alma vaadi karşılığında pazarlık yaparlar.
Burada, güçlü olan tabii ki siyasetçilerdir. Ortada yazılı bir metin olmadığından, siyasetçinin sözünden cayma ihtimali her zaman vardır. Üstelik bu sözden caymanın cezası da ancak bir sonraki dönemde verilecek olan aleyhte oy olabilmektedir. Bu arada iş işten geçmiş olmaktadır. Üstelik bu ilişkide siyasetçiler iktidara talip değil de zaten iktidardaysalar, bu sefer, işin içine şiddet, zorlama, tehdit gibi unsurlar da karışabilir.
Meselâ Türkiye’de gecekondulardaki siyasetin bu şekilde yapıldığı ileri sürülür. Her seçim döneminde siyasetçiler, “Eğer bize oy verirseniz, size tapu vereceğiz, su bağlayacağız, yol yapacağız”; gecekonduda oturanlar da “bize tapu verirseniz, su bağlarsanız, yol yaparsanız, size oy veririz” derler. Amiyane tabirle buna “al gülüm, ver gülüm siyaseti” de denilebilir. Tekrar belirtmek gerekir ki, burada zayıf olan taraf “müşteri” olarak görülen seçmenlerdir.
***
Benzer bir analizin liyakate dayanmayan bürokratik yapılarda da karşımıza çıkabileceği belirtilmektedir.
Meselâ, önümüzdeki günlerde (Haziran ayının başlarında) Türkiye’nin köklü üniversitelerinin de içinde yer aldığı çok sayıda üniversitede rektörlük seçimleri yapılacak.
Bu seçimlerde tabak çanak dağıtma, tapu verme, su bağlama, yol açma sözü verilmeyecek belki, ama bilgisayar dağıtma, laboratuar kurma, idari kadro verme, vb. gibi konularda sözler verilecek. Tersten ifade etmek gerekirse; bazı öğretim üyeleri ancak bazı mal ve hizmetlerin alımı/sunumu karşılığında oy verebileceğini belirtecek.
***
Giresun İmam Hatip Lisesinde okurken bir müdürümüz vardı. Neredeyse her hafta sonu, tatil öncesi törende şu hikâyeyi anlatırdı:
Nasrettin Hoca’ya sormuşlar. “Tuvalette sakız çiğnenir mi?” O da, “Çiğnenir. Ama yanlış anlaşılır” demiş.
Buradan hareketle müdürümüz derdi ki: Evladım, bakın. Bazı şeyleri başkaları da yapar. Ama yanlış anlaşılmaz. Ama siz, başkalarının yapacağı pek çok şeyi yaparken, “Acaba yanlış anlaşılır mı?” diye düşünmek zorundasınız.
Bu, bizde, aslında çok olağan sayılabilecek pek çok şeyde daha dikkatli olmamızı sağlayan bir duyarlılığın gelişmesine yol açtı.
***
Önümüzdeki günlerde çok sayıda üniversitede yapılacak rektörlük seçimlerine geri dönersek: Seçimlere iki ay kadar kalmışken, ikinci dönemini bitirmek üzere olan veya ikinci dönemini bitirmiş bir rektörün veyahut da yeni rektör adaylarının; bahse konu “al gülüm, ver gülüm siyaseti”ne girmeleri hukuka aykırı olmaz belki, ama yanlış anlaşılır, öyle değil mi?
Şu halde seçimlere gittiğimiz bugünlerde üniversite öğretim üyeleri arasında kardeşliği ve birliği geliştirmekle yükümlü olan rektörler veya rektör adayları, onları rektörlükten lütuf bekleyen, bir şeyleri koparmaya çalışan bireyler haline getirmeye çalışırlarsa, hakikaten yazık olur.
Rota Haber, 29.03.2012