Türkiye’de meşru olanla siyaseten doğru olan (ya da tersten söylersek meşru olmayanla siyaseten yanlış bulunan) sık sık birbirine karıştırılıyor. Bu iki kavram birbirinin yerine kullanılıyor. Siyaseten eleştirilen bir durum zorlama bir şekilde “gayrimeşru” gibi gösterilmeye çalışılarak siyasi kampanya yürütülüyor.
Cumhurbaşkanı adayları üzerindeki tartışmalarda da aynı kavram kargaşasına tanık oluyoruz. Ve bunu mücadele eden iki cenahta da görüyoruz.
Kucaklayıcılık vs…
Anayasa, cumhurbaşkanı adaylığı için kriterleri belirlemiş: TC vatandaşı olacak, 40 yaşını aşmış ve yüksekokul mezunu olacak…
Buradan çıkan sonuç bu kriterleri taşıyan herkes meşru adaydır. Ama bakıyorsunuz, muhalefet sözcüleri bu kriterlere başka kriterler de eklemekte bir mahzur görmüyor. Anayasa’ya göre cumhurbaşkanının Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Türk Milleti’nin birliğini temsil etmesi, dolayısıyla kucaklayıcı olması gerektiğini, oysa Erdoğan’ın bölücü ve kutuplaştırıcı söylemiyle bu rolü oynayamayacağını; ayrıca “tek adam” özlemi taşıyan birinin devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını da sağlayamayacağını iddia ederek, Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olma kriterlerine uymadığını öne sürebiliyorlar.
Düşünmüyorlar ki, sözünü ettikleri şey zaten seçimin konusudur. Sandık başına gidenler zaten adayların milletin birliğini ya da devletin kurumları arasında uyumu sağlayıp sağlayamayacağına ve tabii kendi kafalarındaki başka kıstaslara bakarak oy verecek. Siz Erdoğan’ın sözü edilen nitelikleri taşımadığını kendi seçim kampanyasında anlatırsınız; çoğunluğu ikna edebilirseniz ve seçilmemesini sağlayabilirsiniz. Ama daha baştan “kuşatıcı olmak” diye yeni bir adaylık kriteri ihdas etmeye kalkar, bunu da Anayasa’ya dayandırmaya çalışırsanız, sadece komik duruma düşersiniz.
Çatı kurmak toplum mühendisliği mi?
Öte yandan iktidar cephesinde de siyasi propagandalarını “meşruiyet” çerçevesine oturtma gayretiyle garip bazı argümanların üretildiğini görebiliyoruz.
Örneğin AK Parti’yi destekleyen bazı önemli isimler, Çatı projesinin bir toplum mühendisliği olduğunu öne sürerek böyle bir ittifakın “gayrimeşru” olduğu algısı yaratmaya çalışıyor ya da bu projenin “Erdoğan’ın önünü kesmek” amacıyla tezgahlandığını dolayısıyla da ötekileştirici, dışlayışı ve bölücü bir proje olduğunu söyleyebiliyor.
Doğrusunu isterseniz bütün bunlar son derece sakat ve etkisiz argümanlar… Üstelik “toplum mühendisliği” denen önemli kavramı flulaştırıp tanınmaz hale getirdiği için de zararlı.
Eğer seçim öncesi yapılan siyasi ittifakları “toplum mühendisliği” diye mahkum edecek olsak, dünya ve Türkiye tarihindeki nice koalisyon hükümetini de aynı şekilde suçlamamız gerekirdi. Ayrıca kurulmaya çalışılan çatının Erdoğan’ı hedef alması da bu ittifakın meşruiyetine halel getirmez. Muhalefet güçleri bazı koşullarda o günün siyasi mücadelesinin odaklanması gereken en hayati problemin bir siyasi gücün -ya da kişinin- iktidardan uzaklaştırılması olduğuna hükmedebilir ve programlarındaki bütün farklılıklara rağmen böyle bir ortak paydada birleşebilirler. Bu ne ilkesizlik ne de siyasetsizliktir ve ortada suçlanacak bir şey de yoktur.
Ben AK Parti’nin yerinde olsam, Çatı projesine böyle telaşla ve tutarsızca saldırarak korkuya kapıldığım görüntüsü vermez; “hayırlı olsun” der, sakin bir şekilde kendi kampanyamı yürütmeye koyulurdum.
Bu yazı Bugün Gazetesi’nde yayınlanmıştır.