‘Sırp Kasap’ Mladiç yakalanınca, düşüncelerine değer verdiğim bir dostuma, ‘Türkiye’nin Mladiç’leri’ başlıklı bir yazı yazmayı planladığımı söyledim. Türkiye’deki ‘köy yakma’ ve ‘yargısız infazların’ Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde (UCM) yargılanmayı hak eden suçlar olduğunu ekledim sözlerime. “Kantarın topuzunu kaçırmıyor musun Orhan” diye sordu dostum, “Mladiç soykırım yaptı, nasıl kıyaslarsın olanları” diye sürdürdü sözlerini… “Ben olanları kıyaslamıyorum, sadece diyorum ki Türkiye’de UCM’de yargılanacak kadar ciddi suçlar işlendi ve biz bunların farkında bile değiliz” diye yanıtladım dostumu. Ama zihin açıklığına son derece güvendiğim dostumun ani tepkisi, anlatmaya çalıştığım şeyin ‘hazmedilme’ güçlüğünü de gösterdi bana. O yüzden müsaadenizle meseleyi tane tane açıklamaya çalışacağım.
Etnik temizlik
Bosnalı Sırpların Komutanı Ratko Mladiç, Bosna savaşı sırasında Boşnaklara uyguladığı ‘etnik temizlik’ nedeniyle Yugoslavya’daki savaş suçları için Lahey’de kurulmuş özel mahkemede yargılanacak. Mladiç’in 1992-1995 arasında Bosna’da işlediği suçun hukuki adı ‘soykırım’. Mladiç’in Boşnakları kıyıma uğrattığı sıralarda, Türkiye’de de uluslararası hukuk bakımından çok ciddi suçlar işleniyordu. Tabii elimizde tam istatistiki rakamlar yok ama insan hakları örgütlerinin verdiği bilgilere göre, 90’lı yıllarda Türkiye’nin Güneydoğusu’nda 3500 köy yakıldı, yıkıldı ve boşaltıldı. Yine aynı zaman diliminde 17.500 civarında faili meçhul cinayetin işlendiğinden söz ediliyor; JİTEM’in binlerce insanı güpegündüz kaçırıp işkence edilmiş bedenlerini sokağa, meydanlara attığını biliyoruz. Bugün moda olarak kullanılan bir deyim var ya, aslında tam da o günlerde Türkiye’nin Güneydoğusu’nda olanları anlatıyor: ‘Korku Cumhuriyeti’.
AİHM kararları
İşin ilginç yanı, Türkiye bu köy yakma ve faili meçhul cinayetler nedeniyle defalarca Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) mahkûm oldu. AİHM bizzat kendisi günlerce süren duruşmalar yaparak bu köy yakma olaylarının güvenlik güçleri tarafından nasıl gerçekleştirildiğini bütün detaylarıyla koydu ortaya… Türkiye mahkûm edildiği tazminatları ödedi, ama sonrasında tam anlamıyla bir sessizliğe gömüldü. Halbuki bu mahkûmiyetlere konu olan fiiller bizim yasalarımız bakımından da ağır cezalık suçlar oluşturuyorlar…
Gelelim işin uluslararası hukuk ve sorumluluk kısmına… Lahey’de Mladiç’in yargılandığı özel Yugoslavya Mahkemesi’nin yanı sıra bir de sürekli görev yapan Uluslararası Ceza Mahkemesi var. Bu mahkemenin hangi suçları yargılayacağı, Roma Tüzüğü’nün 5’ten 8’e kadar olan maddelerinde belirtilmiş. Tüzüğün 6. maddesi Mladiç’in yargılanacağı soykırım suçunu düzenlerken 7. maddesi Türkiye’nin 90’lı yılları bakımından oldukça önemli şeyler söylüyor. Bu maddede deniliyor ki ‘öldürme’, ‘nüfusun sürgün edilmesi veya zorla nakli’, ‘işkence’, ‘zorla kaybetme’ suçları herhangi bir sivil nüfusa karşı, yaygın ve sistematik bir saldırının parçası olarak işlenirse ‘insanlığa karşı suç’ oluşturuyor ve UCM’nin yargı yetkisi başlıyor. Bana sorarsanız Güneydoğu’daki ‘köylerin yakılması’ uygulaması, ‘yargısız infazlar’ ve ‘kaybetmeler’ bu maddede belirtilen suç tanımına cuk diye oturuyor.
Mahkemenin yetkisi
Tabii bir ülkenin görevlilerinin UCM’de yargılanması için normal olarak o ülkenin bu mahkemenin yargı yetkisini tanımış olması gerekiyor. Türkiye AB tarafından defalarca talep edilmesine rağmen bu mahkemenin yetkisini tanımadı. Bu tanımamanın altında da, tam da sözünü ettiğim olaylar nedeniyle yargılanma korkusu var. Bunu da şuradan anlıyorum; BM’de UCM’nin yargı yetkisinin çerçevesi tartışılırken Türkiye ısrarla bu mahkemenin sadece uluslararası çatışmalar çerçevesinde işlenen suçları yargılamasını talep etti. Belki talebi kabul görse Türkiye UCM’ye taraf olacaktı.
Mahkemenin yargılama yapabilmesi için söz konusu suçların Mahkeme Tüzüğü’nün yürürlüğe girdiği 1 Temmuz 2002’den sonra işlenmiş olması gerekiyor. Yine anladığım kadarıyla Türk yetkililer, UCM’nin de AİHM gibi, bazı istisnalar yaratarak yargı yetkisini geriye yürütmesinden korkuyorlar. Köyleri yananların hâlâ köylerine geri dönememiş olmaları ve kayıp kişilerin durumu, ‘süregiden’ birer ihlal olarak kabul edilebilir.
Türkiye köy yakmalar nedeniyle bir tek kişiyi bile yargı önüne çıkarmadı. Yargısız infazlar nedeniyle, sadece 20 cinayetin yargılandığı mini minnacık Temizöz davası Diyarbakır’da devam ediyor. JİTEM’in bazı kurucuları Ergenekon davasından tutuklu. Ama onların hiçbiri yargısız infazlar nedeniyle yargılanmıyor… Mladiç’in soykırım nedeniyle değil de Sırp hükümetini devirmeye teşebbüsten yargılandığını düşünün, adaletin yerini bulduğundan söz edebilir miydik?
Ben geçmişiyle hesaplaşmayan hiçbir toplumun ileriye adım atamayacağını düşünüyorum. Bu nedenle Sırpları takdir ediyorum. Sırplar, savaş suçlularını tek tek Lahey’e teslim ederek, faşist geçmişleriyle yollarını kesin bir şekilde ayırıyorlar. Bizler Türkiye’nin Mladiç’lerini yargılamadan alnımızın akıyla dolaşabilir miyiz? Geçmişin hesabı sorulacak korkusuyla uluslararası bir mahkemenin yargı yetkisini tanıyamayan bir Türkiye, tam anlamıyla demokratik bir ülke olabilir mi? Bu acılı geçmişle yüzleşmeden Kürt sorununu çözebilir miyiz? Diğer soruları da siz sorun, yanıtları da yetkililer versin…
Radikal, 03.06.2011