Yok, bu yazı İngilizcede 17-18 kelime ile ifade edilenin nasıl Türkçede 1 kelime ile ifade edilebildiği ile ilgili değil; Türkiye’deki Kürt sorununun hâlâ güncel bazı yönleriyle ilgili… Bilindiği üzere “Türkiye partisi” olma iddiasıyla ortaya çıkan HDP’nin ilk başlarda bazı ümit verici adımlar atmakla birlikte bunu başaramadığı, “Türkiyeli” olamadığı kanısı son derece yaygın. Aslında durumu şöyle ifade etmek belki daha doğru olur: HDP aslında “Türkiyelileştiremediklerimizden” sadece birisi. Orada sorun elbette sadece bununla sınırlı değil ama şimdi bunu ele alacak olursak “başkasına çuvaldızı batırmadan önce kendimize iğneyi batırmaya” ne dersiniz? Başta bu tür suçlamalarda bulunan kesimler olmak üzere fakat bunlarla da sınırlı kalmaksızın, hatta HDP ile “omuz omuza mücadele” içinde görünen bazı kesimler de dahil olmak üzere, tüm “Türk kamuoyu” olarak dönüp aynaya baktığımızda kendimizin “Türkiyelileştiğini” söyleyebilir miyiz?
Devam etmeden önce bu noktada bir yanlış anlamayı da aradan çıkarmakta fayda var: Bununla kimseden etnik kimliğini, milliyetini, yani Türk kimliğini, Türklüğünü bırakması istenmiyor ― hele bu ülkenin büyük çoğunluğunun kendini bu şekilde tanımladığı bir gerçek iken. Burada kendimize sormamız gereken soru şudur: “‘Türk kimliği’ dışındaki kimlikleri inkâr etmeye, yok saymaya çeşitli şekillerde devam mı edeceğiz, yoksa bu ülkede Türklerin yanı sıra Kürtlerin de, Çerkezlerin de, Arapların da, Lazların da, Ermenilerin de, Rumların da, Süryanilerin de Romanların da vb. yaşadıklarını ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının tüm bu kimliklerin toplamından oluştuğunu artık kesin, net ve nihai olarak kabul mü edeceğiz?”
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu sırasında mutabakata varılmış ilkelerden sapılarak 1920’lerin ikinci yarısında girilen, 12 Eylül 1980 askeri darbesinin ardından korkunç boyutlara vardırılan “Kürt kimliğini inkâr ve imha” politikalarının artık terk edilmesinin zorunlu olduğu geçtiğimiz dönemde genel kabul gördü ve bir dizi tarihi önemde reformlar gerçekleştirildi. Fakat bu ülkede çoğu kez olduğu gibi bu süreç bir dizi sorunla karşılaşarak nihai çözüm yoluna girilmesine ramak kala akamete uğrayıp tamamlanamadı. Ve ardından her boydan ve soydan milliyetçiliklerin, şiddetin, terörün öne çıktığı bir dönemde başta anayasal boyutları olmak üzere bu konuda yeni bir aşamaya geçilmesi konusunda bugün bir öngörüde bulunmak bile imkânsız hale geldi.
Bu elbette ellerimizi, kollarımızı bağlayıp uygun koşulların yeniden ortaya çıkmasını beklemek gerektiği anlamına gelmiyor. Elverişli koşulların oluşması bir süreçtir ve bunda bizlerin elinde olan ve olmayan bir dizi etken rol oynar. Yani her şey bizlere bağlı değilse de bazı şeyler bizlerin bu doğrultuda çaba göstermesine bağlıdır.
Bu nedenle mümkün olan en geniş mutabakatla “Türkiye vatandaşlığı” üst kimliğinin benimsenmesi, başta Türkler olmak üzere bu ülkenin tüm vatandaşlarının “Türkiyelileşmesi” doğrultusunda yapılacak, yapılabilecek, yapılması gereken çok şey var. Elbette bunların en başta geleni “Türkiye” ve “Türkiyelilik” kavramı konusundaki çeşitli kafa karışıklıklarının aşılıp kamouyunun bu konuda sağlıklı bilgilenmesine yönelik çabalara aralıksız devam etmektir.
Maalesef zaman zaman “Türkiyeli” kavramı ile alay edilip bunu savunanların cahillikle suçlandığı bile olabiliyor. Oysa bu ülkede Kürt sorunu gibi bir sorun olmasa da “Türkiyeli” kavramının hayatta gerçek bir karşılığı var, bunu kullanmaya ihtiyaç var ve nitekim yeri geldiğinde zorunlu olarak kullanılıyor da. Bir örnek vermek gerekirse “Türkiyeli Türkler” ile “Kıbrıslı Türkler” hem bazı ortak özellikleri olan hem de gözardı edilemeyecek bazı farklı özellikleri olan toplumlar. Bunu birçok alana ve bu arada Kıbrıslı Türk Toplumunun Türkiyeli Türklerden bambaşka bir yelpazeye sahip siyaset dünyasına bakınca görmek mümkündür. Bu tür örnekler son zamanlarda adını sıkça duymaya başladığımız Uygur Türklerine kadar çoğaltılabilir. Bu cümleden olarak ülkemizde Türk kimliğinin kapsayıcı olduğu, sadece Türk etnik kimliğiyle sınırlı olmadığı iddiasının yurtdışındaki “soydaşlarımız” söz konusu olduğunda nasıl çöküverdiği de görülüyor. Aksi takdirde “soydaşlarımız” denilen yurtdışındaki Türkleri sayarken örneğin Musul ve Kerkük Türkleri, Türkmenleri ile birlikte Kürtlerin de dahil edilmesi gerekirdi. Fakat öyle değil işte, “Türk” kavramı “Türkiyeli” kavramıyla eşanlamlı olmadığından böyle bir üst kimlik kavramına ihtiyaç var.
Bu kavramın dünyada örneğinin olmadığı yolundaki iddia da mesnetsizdir. Bu tür birçok örnek arasında “Britanyalı” (British) kavramı bizi daha yakından ilgilendiriyor. Ülkemizde―belki bilinçli bir tercihle―bu ülkenin adı da, vatandaşları da yanlış adlandırılıp Türkçede “İngiltere” ve “İngilizler” şeklinde bir yanlış kullanım yerleş(tiril)miş. Dikkat edilirse bir süredir bu fütursuz yanlışlık düzeltilmeye çalışılıyor. Çünkü bu ülkenin adı aslında “Birleşik Krallık” (United Kingdom) olup vatandaşlarına da, en büyük topluluğu oluşturmakla birlikte, sadece İngilizler değil, ayrıca İskoçlar, Galliler ve Kuzey İrlandalılardan oluşan “Birleşik Krallık vatandaşları” deniyor. Bazen bunun yerine “Britanya vatandaşları” ya da kısaca “Britanyalılar”deniyorsa da aslında “Büyük Britanya” içinde Kuzey İrlanda yer almayıp sadece İngiltere, Galler ve İskoçya’dan oluşan büyük adayı kapsıyor (özyönetime sahip Guernsey, Jersey ve Man adaları ise ikisinin dışında kalıyor). Belki çok uzak olmayan bir gelecekte―artık Katolik-Protestan ihtilafları ve araya girmiş kan davaları çok geride kalıp toplum kültüründe, psikolojisinde epey silindiğinde―nihayet tüm İrlanda adası birleşerek Kuzey İrlanda da İrlanda Cumhuriyeti’ne katılacağı hissedildiği için “Britanyalılık” kavramı bu denli yaygın kullanılıyor olabilir. Bu örnekte dikkat çekici bir nokta da özgün dilleri artık hemen hemen tamamen yok olmuş bile olsa Gallilerin, İskoçların, İrlandalıların İngilizlerden farklı etnik kimliklerinin, aidiyet hislerinin hâlâ güçlü olması ve dolayısıyla bir üst kimlik ihtiyacının gerçek bir ihtiyaç olarak kabul edilip bu gerçeği inkâr etmek gibi bir yola asla gidilmemiş olması.
Buradan hareketle Britanyalı İngilizlerin Britanyalılaştığı kadar Türkiyeli Türklerin de Türkiyelileşmesi için “durmak yok, yola devam” diyerek bu süreçte yeni adımlar atmak gerekiyor. Bunun için 12 Eylül 1980 askeri cuntasından miras kalan bir anayasa üzerinde tadilat üzerine tadilat yapmaktan yeni, sivil, demokratik bir anayasa yapmayı başarabilmeye geçilmesini beklemeden çeşitli alanlarda yapılabilecek, yapılması gereken çok şey var. Başta bu ülkenin medya kuruluşları olmak üzere, eski dil alışkanlıklarımızdan, yanlışlarımızdan kurtulmaya çalışmakla başlayıp her kesimin kendi alanında ev ödevleri çıkarıp bunları gerçekleştirmeye çalışması gerekiyor. Burada sadece küçük fakat sembolik bir-iki örneği ele alalım.
Örneğin, bu ülkenin, bu devletin bayrağı “Türk bayrağı” mıdır? Hemen herkesin ağzında, hemen tüm yazılı medya organlarında, kitaplarda vb. böyle fakat―içindeki birçok “Türkçü” ifadeye rağmen―mevcut anayasanın 3. maddesinde onun “Türkiye Devleti”nin bayrağı olduğu yazılıyor oysa. Yani anayasanın ilgili hükmüne harfiyen uygun ve doğru söylemek gerekirse “Türk bayrağı” değil―Türk, Kürt ve diğerleri dahil―tüm Türkiye vatandaşlarının, Türkiyelilerin bayrağıdır ― kısaca Türkiye bayrağıdır. Üstelik bu bayrak Türkiye Cumhuriyeti ile ortaya çıkmış da olmayıp bir Osmanlı mirasıdır (örneğin, 2. Meşrutiyetin ilanı sırasında Ermeni ve Rum toplumlarının temsilcileriyle birlikte tüm Osmanlı vatandaşlarının temsilcilerinin bu bayrak altında toplandıklarını gösteren fotoğraf bunun bir belgesidir). Medya kuruluşlarımız başta olmak üzere bu yanlış kullanımı terk ederek ilgili anayasa hükmüne aykırı bir şekilde “Türkçülük” yapılmasına son verip “Türkiye bayrağı” demenin artık zamanı gelmedi mi?
Örneğin, Kürt sorunu dahil çeşitli konularda zaman zaman eylemler yapıp bildiriler yayınlayan, 23/1/1953 tarihli ve 6023 sayılı kanunla kurulmuş “Türk Tabipler Birliği” ve 27/1/1954 tarihli ve 6235 sayılı kanunla kurulmuş “Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği” yönetimleri 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu ile kurulmuş “Türkiye Barolar Birliği” örneğinden hareketle artık üyelerinin önemli bir bölümünü de oluşturan Kürtler karşısında mahcup durumda kalmaktan kurtulmalarını sağlayacak şekilde kendi meslek kuruluşlarının isminin “Türkiyelileştirilmesi” için çaba sarf etmeyi hiç düşünmezler mi? Öncelikle bu kuruluşların kendilerinin talepte bulunup çaba göstermesi sonucu adlarının “Türkiye Tabipler Birliği” ve “Türkiye Mühendis ve Mimar Odaları Birliği” olarak değiştirilmesinin artık zamanı gelmedi mi?
Buna benzer daha birçok örnek bulunabilir, daha yapılması gereken ev ödevleri çıkarılabilir. Örneğin, üyelerinin ve oylarının mevcut dağılımı göz önünde bulundurulduğunda bu ülkenin ana muhalefet partisinin bünyesinde yasadışı şiddet eylemleri yerine ortanın solu, demokratik sol ya da sosyal-demokrat düşüncelere sempatiyle bakan Kürtlerin şimdikinden daha yüksek oranlara ulaşması, gerçekten “Türkiye partisi” olması, “Türkiyelileşmesi” için yapması gereken bir şeyler yok mudur?
Eğer kuruluş yıllarında bu ülkenin isminin Türkiye, devletinin Türkiye Cumhuriyeti, yasama organının Türkiye Büyük Millet Meclisi olmasında mutabakata varılmışsa, sonradan çeşitli nedenlerle bu anlayışla çelişen bir “Türkçülük” anlayışına sapılarak girilen “Kürt kimliğini inkâr ve imha” yolunun çıkmaz sokak olduğu görülmüşse, artık bu yanlış yoldan dönülüp Türklerin, Kürtlerin ve tüm diğerlerinin demokratik birliğinin Türkiye ortak paydasında güçlendirilmesine yönelinmişse, durmayıp bu yolda yürümeye devam etmek gerekiyor. Yukarıdakiler gibi birçok örnek gösteriyor ki bu ülkede tüm farklılıklarımızın aslında bizi zayıflatmayıp zenginleştirerek güçlendirdiğini fakat farklılıklarımızı inkâr etmek, hasıraltı etmek, bastırmak, hele yok etmek gibi yollara gidildiğinde, asıl o zaman sorunlar çıktığını, istismara açık zaaflar doğduğunu artık genel olarak biliyor olsak da bunun gereklerini yerine getirmede çok çekingen ve yavaş hareket edip bir türlü Türkiyelileşemiyoruz. Oysa açıkça görülüyor ki daha çözülmemiş en ufak sorunu bile istismar edip Türkiye’yi zaafa uğratmak için çabalar devam ediyor ve daha da devam edeceğe benziyor. Bunlara set çekmenin yolu ise deyim yerindeyse topyekun Türkiyelileşmekten ve Türk, Kürt, çeşitli kimlikleri bünyesinde barındıran Türkiye Milletinin çoğulcu demokratik birliğini güçlendirmekten geçiyor.