Siyasî yönetişim insanlık tarihinin nispeten yeni bir olayı. Son birkaç bin yıl içinde doğdu ve gelişti. Ondan önce de insan toplumlarında bir tür sosyal hiyerarşi ve yönetme-yönetilme ilişkisi vardı ama bu olgu bugün bildiğimiz ve alıştığımız anlamda siyasî yönetimden ve yöneten yönetilen ayrımından çok farklıydı. İnsanlar yerleşik hayata ve tarımsal üretime geçtikten sonra siyasî yönetişim gelişti ve şehir devleti, krallık, imparatorluk gibi aşamalardan geçerek bugünkü ulus devlet formatına ulaştı.
Günümüzde siyasî yönetişimler demokrasiler ve anti demokratik rejimler olarak iki grupta toplanmakta. Anti demokratik rejimler de kendi içlerinde otoriter ve totaliter rejimler olarak ikiye ayrılmakta. Şüphesiz, her ülkenin siyasî rejiminin diğerlerinden farklı bazı özellikleri olabilir, var, ama buna rağmen tüm siyasî rejimleri yukardaki tasnife sığdırmak mümkün.
Demokrasi, üzerinde çok konuşulan ve genellikle övgüye boğulan bir yönetim biçimi. Abartılı övgü bir taraftan demokrasinin gerçek mahiyetinin kavranmasını zorlaştırıyor bir taraftan da aşırı beklentilerle yüklenen demokratik sistemlerin patlamasına yol açıyor. Bu yüzden demokrasi hakkında böylesine kısa bir yazıda da olsa bir iki önemli noktanı altını çizmek lâzım. Tüm yönetim biçimleri bir takım sıkıntılar ve kötülükler yaratır. Buna dayanarak her siyasî yönetim biçiminin kötü olduğu söylenebilir ama yine de sistemler arasında kötülük üretme derecesi bakımından farklar vardır. Demokrasi, İngiliz Başbakanlarından W. Churchill’in meşhur ifadesiyle, “alternatifleri hesaba katılmadığında en kötü, katıldığında en iyi yönetim biçimdir.” Demokrasi en iyilerin seçilmesini değil, yöneticilerin yönetmesini ve icraatlarının meşru olmasını sağlar. Düşünür K. Popper’ın çok yerinde bir şekilde işaret ettiği üzere demokrasilerin en yararlı meziyeti muhteşem yöneticilerin/yönetim ekiplerinin işbaşına gelmesini sağlaması değil, kötü yöneticilerden en düşük maliyetle kurtulmamıza fırsat vermesidir.
Demokrasi, alternatiflerinden üstün ama kurulması da yaşatılması da onlardan daha zor bir rejim. Yaygın siyasî katılım, haklar ve yükümlülüklerle ilgili gelişkin siyasî bilinç, hem iktidar hem de muhalefet makamlarında bulunmayı hazmetme kapasitesi, uzlaşma arzusu, ihtilâfları barışçıl yöntemlerle çözme becerisi demokrasinin aradığı özellikler. Demokrasinin bir yapısı var. Bu yapının birbirine bağlı iki kısmı olduğu söylenebilir. Bir kısmı bildiğimiz anlamda siyasî ve hukukî mühendislik işi. Bir anayasa yapmak ve seçim sistemi kurmak gibi. Diğer kısmı ise inşa edilemeyecek, mühendislik harikası olarak yaratılamayacak, zamanın akışı içinde toplumsal tecrübelerle oluşabilecek bir şey. Uzlaşma kültürü ve muhalifleri düşman gibi görmeme anlayışı gibi.
Çoğu zaman istikrarlı, kuvvetli demokrasilere gıpta ediyoruz. Tarih çalışmalarını ihmâl ettiğimiz için o rejimlerin bir geçmişinin, tarihinin olduğunu, bir toplumsal olaylar yığınının demokrasiye dayanak teşkil ettiğini, başka bir deyişe her demokrasinim bir maliyeti olduğunu gözden kaçırıyoruz. Oysa tarih bize bu ülkelerin küçük çaplı iç çatışmalardan büyük iç savaşlara, ağır maddî zarara ve çok sayıda insanın hayatını kaybetmesine dayanan süreçlerden sonra demokrasiye ulaşabildiğini gösteriyor.
Şüphe yok ki Türkiye halkı da demokrasi yolunda epeyce bedeller ödedi. Bedel ödeme Osmanlı Devleti’nde başladı ve Cumhuriyet döneminde de devam etti. Türkiye seçilmiş Başbakanı Adanan Menderes’in bir askerî darbeyle düşürülmesine ve düzmece yargılamalardan sonra idam edilmesine şahit oldu. Topluma ağır maliyetler bindiren birçok darbeyle karşılaştı. Son darbe teşebbüsü, 15 Temmuz’da adeta canlı olarak takip ettiğimiz FETÖ kalkışmasıydı.
15 Temmuz darbe teşebbüsü teknik anlamda, yani darbecilerin darbe sırasında nereleri hedef alacağı, kimleri ele geçirmeye çalışacağı, bunları kimlerin nasıl yapılacağı, darbe bildirisinin nerede nasıl okunacağı, bildiride hangi noktaların vurgulanacağı vb. bakımlardan önceki darbelere -meselâ 12 Eylül darbesine- çok benzemekteydi. Ancak, 15 Temmuz diğer başarılı ve başarısız darbelerden kökten farklıydı. 1960’dan 2016’ya kadar tüm darbeler Kemalist karakterliydi. Atatürk ilkeleri ve Atatürk’ün toplum için koyduğu söylenen hedefler adına yapıldı ve/veya meşrulaştırıldı. 15 Temmuz darbesi, darbeye Atatürkçü bir yüz giydirmeye çalışılmış olasına rağmen, Atatürkçü değildi. Totaliter bir dinsel anlayışa sahip olan, ülke içinde tekelci siyasal ve toplumsal güç peşinde koşan, bilinen bütün ahlâk kurallarını çiğnemekte tereddüt etmeyen, hukuk başta olmak üzere her şeyi aracı olarak kullanan bir çete tarafından hayata aktarılan bir darbe teşebbüsüydü. 15 Temmuz’un bir diğer özelliği daha önceki darbelerde eşi benzeri görülmedik ölçüde şiddet kullanılması ve bu şiddetin sadece resmî kişi ve kuruluşları hedef almakla kalmayıp sivil halka da yöneltilmesiydi. Dehşet verici şiddet yüzlerce kişinin ölmesi ve binlerce kişinin yaralanmasıyla sonuçlandı. Şiddetin çok önemli bir diğer boyutu Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın öldürülmek istenmesiydi. Muhtemeldir ki Başbakan Yıldırım için de aynı şey planlanmıştı.
15 Temmuz hiç istemeden ve hem faillerinin ve hem de diğer darbeci zihniyete sahip kesimlerin (meselâ darbeci Kemalistlerin) hoşuna gitmeyecek şekilde darbeciliğe büyük darbe indirilmesine sebep oldu. Tabiri caizse darbeye darbe yapılmasına yol açtı. Böylece hayırsız bir teşebbüs hayırlı bir sonuç ortaya çıkardı.
15 Temmuz darbe teşebbüsü akim kaldı. Böylesine iyi planlanmış, çok sayıda askerin ve askerî birliğin katıldığı, iç ve dış ortamı çok iyi hazırlanmış bir darbe teşebbüsünün püskürtülmesi demokrasiye bağlı kişi ve kesimler için gerçek bir sürpriz darbeciler içinse tam bir şok oldu. Bu vasıflara sahip bir darbe teşebbüsü normal şartlarda başarılı olurdu. Darbeciler iktidara yerleşip dilediklerini yapardı. İçerleyen toplum susar ve ancak yıllar sonra o da sandık aracılığıyla konuşmaya başlardı. Toplum bu sefer darbeye cevap verme tarzını değiştirdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çağrısı üzerine darbecilerle yıllarca beklemeden aynı gece yüzleşmek için evinden çıktı. Tüm kritik noktalara koştu. Bazı yerlerde tek başına, bazı yerlerde polisle birlikte darbecileri püskürttü, etkisiz hâle getirdi. Bunun bir tür mucize olduğunu söylesek herhalde abartmış olmayız.
Türk insanı bu kahraman tavrıyla dünya milletler ailesi içinde bir adım değil epeyce öne çıktı. Benzer bir başarıyı sergilemiş bir toplumu ben hatırlamıyorum. İnsanlar silahsız olarak, en öldürücü silahlarla donanmış ve gözünü kan bürümüş canilerle göz göze, göğüs göğüse geldi. Yaylım ateşleriyle karşılaşan direnişçiler asla yerlerini terk etmedi. Şehitlik aşkı ve inancıyla ateşin üzerine gitti. Bu eşi emsali görülmemiş bir kahramanlık. Kahramanlığı pekiştiren ve yücelten bir başka şey ise, bazıları vücut organlarından birini veya daha fazlasını kaybedecek şekilde yaralanan Gazilerin sonraki günlerde kendileriyle yapılan röportajlarda sanki sıradan, her gün her yerde karşılaşılan, basit bir şey yapmış gibi konuşmaları, tevazuyu elden bırakmamalarıydı. Her Gazi yeni bir darbe teşebbüsü karşısında aynı şeyi yapmakta tereddüt etmeyeceğini açıkladı. Bu davranışın dünyada benzeri yok. Türkiye’de de. Şehitlerin, Gazilerin ve direnen tüm insanların ne kadar büyük bir iş yaptıklarını anlamak için onların durumunu Gezi isyanları esnasında polisle kavgalara giren kimselerin biber gazı soludukları, suyla ıslandıkları, en fazlasından cop yedikleri için kendilerini eşsiz kahramanlar seviyesine yükseltmeleri ve bazıları tarafından da öyle görülmeleri ile kıyaslayabiliriz.
Şüphe yok ki 15 Temmuz darbe teşebbüsünün püskürtülmesi Türkiye tarihinin, eğer en önemli olayı değilse, en önemli olaylarından biridir. Bir kahramanlık destanıdır. Bir gerçekleşmiş, yaşanmış, abartılamayacak efsanedir. Toplumun hafızasında, siyasî ve sosyal kültüründe daima yaşatılacak, nesilden nesile övgüyle aktarılacaktır. 15 Temmuz toplumun en önemli tarihsel günlerinden biri olarak hatırlanacak ve kutlanacaktır.
Türkiye demokrasisi 15 Temmuz darbe teşebbüsünü püskürtülmesiyle büyük bir zafer kazandı. Bu zafer sadece bir darbe teşebbüsünü önlemiş olmakla sınırlı kalmayacak; bundan sonra da Türkiye demokrasisine katkıda bulunmaya devam edecek. En önemlisi 15 Temmuz direnişinin muhtemel darbelerin darbecilere maliyetini artırmış olması. Darbe yapmak isteyenler bundan sonra çok daha fazla düşünmek zorunda. Bir kere darbeyi önleme başarısını göstermiş siyasetin ve toplumun bundan sonra darbecilere kolay kolay teslim olmayacağı açık.
Diğer taraftan Türk halkı demokrasiye lâyık olduğunu 15 Temmuz direnişiyle bir kere daha ispatladı. Bu toplum demokrasiyi hak ediyor. Bunu anlatmak için işaret edebileceği olaylarla dolu bir tarihe zaten sahipti. 15 Temmuz’dan sonra Türkiye artık diğer bazı istikrarlı demokrasiler gibi bir demokrasi destanına da sahip. Bundan sonra hiç kimse bu toplumun demokrasiyi hak etmediğini söyleyemez. Hiç kimse Türkiye demokrasiye layık değil diyemez. 15 Temmuz zaferi halkın demokrasimize kazandırdığı bir zaferdir ve bu zafer ülkemizin daha iyi bir demokrasiye doğru yürüyüşüne daima ışık tutacaktır.