Bütün darbeler TSK adına yapıldı. 27 Mayıs’ta sivil yönetimi deviren 38 kişilik cunta da, 12 Eylül’de ’emir komuta zinciri’ içinde ‘yönetime el koyan’ generaller de bu işi TSK adına yaptıklarını iddia ettiler.
Karşılarına, ‘hayır, bizim adımızı kullanamazsınız’ diyen ordu birlikleri çıkmadığına göre yapılan darbelerin ‘TSK adına’ olduğuna ordudan itiraz gelmedi.
Sadece fiilen başarıya ulaşanlar değil, girişimler ve planlar da hep TSK adına yapıldı. 22 Şubat 1962’de radyoyu ele geçiren Albay Talat Aydemir’in adamlarının bildirisinde de ‘TSK yönetime el koymuştur’ diyordu. Başaranlar kadar başaramayıp asılanlar da; planları deşifre olanlar kadar, planlarının üstü kapatılanlar da ‘TSK olarak’ hareket ediyorlardı. Hepsinin elinde TSK’ya ait silahlar, sırtlarında asker üniformaları vardı.
Bu utanca son vermenin zamanı değil mi? Kurumsal olarak TSK’yı temsil edenler çıkıp, ‘yeter artık, bizim adımıza kimse darbe yapamaz; çünkü darbe demokrasiye, hukuka ve de ulusal bütünlüğe ihanettir’ demeli artık. Ordu içindeki cuntacılığı bitirmenin şartlarından biri, bu tür illegal yapıların asla korunmayacağının gösterilmesidir. TSK, hem yargıya intikal eden darbe iddialarının soruşturulmasına destek vererek gerçeğin ortaya çıkmasına katkıda bulunmalı hem de bu yıl ağustos şûrasında cuntacı yapıları tasfiye etmelidir.
TSK’nın cuntalara karşı caydırıcı bir kararlılık göstermesinin yollarından birisi de geçmiş darbeleri açıkça kınamaktır. Hatta kınamak da yetmez, bütün darbelerden ve darbe girişimlerinden dolayı TSK özür dilemelidir.
Her şeyden önce böyle bir özür, ‘yüzleşme’ anlamına gelir. TSK geçmişiyle, geleneğiyle, zihniyetiyle darbelerden dolayı özür dileyerek yüzleşmelidir. İşi gücü, aklı fikri siyasete ve topluma müdahalede olan bir ordunun çağdaş, profesyonel, gerçek görevine odaklı bir yapıya dönüştürülmesi başka türlü olmaz. Ordunun normalleşmesi, siyasetten çekilip kışlasına dönmesi ‘darbeci geçmişi’yle yüzleşmeden mümkün değil.
Şimdiki TSK yönetimi ile geçmiş darbelerin ve darbecilerin ne ilişkisi var diyebilirsiniz. Bence ilişki, hem kurumsal hem de kişisel. Sorumluluk ortak. ‘Son darbe’ yüz yıl önce olmadı bu ülkede. 28 Şubat’ın üzerinden on küsur yıl geçti, 27 Nisan muhtırasından bu yana üç yıl.
Böyle bir yüzleşmeden ordu güçlenerek çıkacaktır. TSK’nın kurumsal özrü, adına darbe yapıp memlekete vermediği zarar kalmamış olanlarla arasına bir mesafe koyacak, TSK’nın itibarını artıracaktır. Özür, milyonlarca darbe mağdurlarıyla TSK arasında yeni bir güven ve saygı ilişkisi kurmanın da miladı olacaktır. Böyle bir tutum caydırıcıdır da. Geçmiş darbelerle hesaplaşan bir kurum, hâlâ bu işlere heves edenlere de açık bir mesaj vermiş olur.
Daha da önemlisi, TSK’nın darbelerden dolayı dileyeceği özür, mevcut yapıyı geçmiş suçlardan belki bir nebze de olsa ‘arındıracak’tır. Zor olmasa gerek, geçmişte işlenen cinayetlere cinayet demek ve bu cinayetlere isminin karıştırılmasından dolayı pişmanlık duymak, özür dilemek.
TSK’yı yönetenler düşünsünler; 27 Mayıs cuntası, darbesi, darbe sonrası yaşananlar doğru muydu? Başbakanı ve arkadaşlarını asan katillerin sırtında TSK üniforması yok muydu? 12 Mart’ta idam edilenler, Ziverbey Köşkü’nde işkencelerden geçirilenler ne yapmışlardı bunları hak etmek için? 12 Eylül’de 600 bin kişiyi gözaltına alıp yüzbinleri işkenceden geçirmek, bir çocuğun yaşını büyütüp asmak, Diyarbakır Cezaevi’nde Kürtlere, Mamak Cezaevi’nde ülkücülere ve solculara zulmetmek yanlış değil miydi?
Mevcut TSK yönetimi bütün bunlardan utanç mı duyuyor, gurur mu? Açıklasınlar, biz de öğrenmiş olalım ne düşündüklerini.
Çok saf bir talep mi bu? Belki. Ama TSK’nın kurumsal ve zihinsel bir arınma yaşaması için bu şart.
Zaman, 02.03.2010