Toplumsal olaylar ve iktidar

Cumartesi günü Başbakan Erdoğan’ı ve YÖK’ü protestoya kalkışan öğrencilerin üzerine saldıran polis görüntüleri ekran başındaki herkesi şoke etti.
Eskiden olsaydı, o protesto gösterisinde tam olarak ne olduğunu bilmek neredeyse imkânsız olurdu. 1970’lerin öğrenci eylemlerinde gençlerin polisin kendilerine sebepsiz yere saldırdığını ispatlamak için göbekleri çatlardı. Gazetelerde yer alan birkaç enstantane, olayın bütününü göstermekte yetersiz kalır; her gazete öğrenci-polis çatışmasını kendi meşrebine, kendi dünya görüşüne göre verir; toplum doğru dürüst bir bilgi edinemezdi.

Şimdi öyle değil… Sağ olsun TV kanalları, hepimiz her şeyi gördük. Polisin protestocu gençlere karşı orantısız güç kullandığını inkâr etmenin imkânı kalmadı.

Peki bu durumda ne beklerdik hükümetten? Görevini kötüye kullanan, orantısız güç kullanan polislere sıfır tolerans gösterileceğini; derhal soruşturma başlatılacağını açıklamasını…

Ne var ki Başbakan Erdoğan’ın konuşmasının tonu hiç de öyle değildi. Başbakan gençlik protestolarından “provokatif eylem” diye söz ediyor ve şöyle diyordu: “Protesto resmi bir haktır. Emniyet ise bu tür bir organizasyonun güvenliğini tesis etmekle mükelleftir. Ellerinde taşla, sopayla, domatesle, yumurtalarla dolaşan gençlerle biz toplantı yapmayız. Bir ülkenin sorumluluğunun bilincine varmış gençlerle toplantı yaparız. Karşı düşünceye saygısı olmayan gençlerle neyi konuşacaksınız? Demokrasi katkıdır. Özgürlükler bu değildir. Bıçakla, taşla, sopayla, kasaturayla değil. Dolmabahçe’de biz gençlerle bir araya geleceğiz ama elinde sopayla, yumurtayla olanlarla değil.”

Bir kere, provokasyon kelimesinin bir ağırlığı vardır. Olur olmadık yerde, beğenmediğiniz her eyleme provokasyon derseniz, kelimenin ağırlığını hafifletmiş, gerçek provokasyonları da perdelemiş olursunuz. Başbakan böyle bir suçlama yaparken, sıradan bir öğrenci protestosunu “provokasyon” olarak nitelerken, bu suçlamayla ilgili kanıtlarını da açıklamalıydı.

İkincisi kimse size ille de bu gençlerle toplantı yapın demiyor. Onların rektörler toplantısına katılma talebinin haklı olduğunu da söylemiyor. Ama toplantıya almadınız diye, polisin onları dövüp yerlerde sürüklemesi, düşenleri tekmelemesi, biber gazı kullanması mı gerekiyordu? Emniyet’in “organizasyonun güvenliğini tesisi” protestocular yere serilerek mi sağlanabilirdi ancak?

Hayır… Demokrasi ve özgürlük her zaman “katkı” değildir. Katkıda bulunmayı reddetmek, temelden bir karşı çıkış içinde olmak ve her şeyin başka türlü olmasını istemek de demokrasinin sınırları içinde bir haktır ve sizin de bunu mutlaka hazmetmeniz gerekir.

Türkiye, AK Parti Hükümeti’nin pek de hazırlıklı olmadığı yeni bir döneme giriyor. Şimdiye kadar siyasetin ana sorunu olan askeri vesayet sisteminin gerilemesi sayesinde, vesayet rejimi yüzünden şimdiye kadar önü tıkanmış, gündeme bile gelememiş, gündeme gelmişse de derhal püskürtülmüş nice sorun sapır sapır dökülüyor siyaset meydanına…

İşte bu noktada önemli bir uyarıda bulunmakta yarar var: Siyaset alanı dikensiz bir gül bahçesi değildir. Siyaset demek, irili ufaklı bütün meselelerde farklı görüşlerin saflaşması, kıran kırana tartışmasıdır. Dolayısıyla hiç kimse önümüzde uzanan dönemi kavgasız-dövüşsüz asude bir dönem zannetmesin. Büyük toplumsal harmoni hayalleri kurmasın. Tam tersine “kavga” yeni başlıyor. Devletle toplum arasındaki büyük gerilimin arka plana ittiği bütün toplum içi çelişmeler; sınıf çelişkileri, ekonomik-sosyal-kültürel çelişkiler siyasetin konusu haline gelip gündeme dökülecek. Vesayet rejiminin tartışılmasına izin bile vermediği ideolojik-siyasi tartışmalar alıp başını gidecek. Bitip tükenmeyen rejim tartışmalarının yerini, demokratik bir rejimde nasıl yaşamak istediğimizle ilgili gerçek tartışmalar alacak.

Yani siyaset, farklı bir platformda bir “yeniden doğuş” yaşayacak.

İktidarın bu yeni süreci iyi yönetebilmesi için, her şeyden önce tahammülü olmayı öğrenmesi; demokratik hak arama mücadelelerini “provokasyon”, eleştirileri “AK Parti’ye komplo”, aktivist grupların eylemlerini “anarşi” diye damgalamaktan vazgeçmesi gerekiyor. Siyasi mücadelenin tek biçimi yoktur. Kimisi parti kurar, parlamentoya girer; kimisi STK kurar, konferans düzenleyip imza toplar; kimisi de yumurtalı protesto gösterileri yapar. Üsluplarını, eylem tarzlarını beğenin beğenmeyin; Başbakanı protesto eden gençlerin yaptıkları da bir siyasi mücadeledir. Dolmabahçe’de toplanmaya çalışan gençler, hani o genişletmek için çok emekler verdiğimiz, çok acılar çektiğimiz siyaset alanını kullanıyorlar.

Elbette kendi bildikleri gibi…

Star, 08.12.2010

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et