Bugünlerde olaylar karşısında tavır alma durumunda olanların, hiçbir şeyin yalın kat olmadığını; hemen hemen her noktada çok katmanlı meselelerle karşı karşıya olduğumuzu kabul etmeleri gerekiyor. Yani, olayın çıplak gözle görünen tek görüntüsünden hareket edip kolayca tutum almak gibi bir lüksümüz yok.
TIR olayı da dahil…
Devletin gizli operasyonları olacak mı, olmayacak mı?
Ben yıllardır “Devletin gizli operasyonları olmamalıdır”diye yazıp duruyorum. Devletin gizli operasyonları olmazsa olmaz diyenler bize bir tane devletin halktan gizli tutup da halkın hayrına yaptığı bir “iş” örneği göstersin, diyorum. Başka ülkelerin içişlerine burnunu sokmak, hükümet devirme komplolarına katılmak, bir savaşta taraflardan birine gizlice silah yardımı yapmak… Bu suçlardan hangisi savunulabilir?
Devletlerin gizli operasyonları, kimsenin önüne çıkıp savunamadığı suçlarıdır. Ve eğer hukuk literatürüne bir katkıda bulunup “kamuya yararlı suçlar”, “kamuya zararlı suçlar” diye bir ayrım getirmeyeceksek, devletlerin gizli faaliyetlerinin herhangi birini savunma imkânı yoktur. “Devletin gizli operasyonları elbette olacaktır” diyenler aslında, “Devlet elbette ki punduna getirdiğinde suç işleyecektir” demiş oluyorlar. Devletin, suçüstünde yakalanmamak, ele güne rezil olmamak kaydıyla suç işlemesine izin veriyorlar.
Yaşadığımız son TIR olayı yıllardır savunduğum şeffaflık talebinin önemini bir kez daha doğruluyor. MİT’in Hatay operasyonunun gizli kalması yüzünden, şu anda hiçbirimiz bu operasyonun Suriye konusundaki resmi dış politikamıza uygun olup olmadığını bilemiyoruz. Bir açık, bir de kapalı olmak üzere çifte politika yürütüp yürütülmediğini bilemiyoruz. Bu konuyu Meclis’te tartışamıyor, hükümetten açıklama isteyemiyoruz.
Onun yerine ne yapıyoruz?
Hem içerde hem dışarıda bol bol spekülasyon üretiyoruz. İçeride bu spekülasyonlar üzerinden politika yapılıyor. Dışarıda, dünya kamuoyu Türkiye’nin dış politikasıyla ilgili kuşkular listesine bir not daha düşüyor.
Ben söylerim ama savcı yapamaz
Buradan geliyoruz meselenin ikinci boyutuna…
Ben bir yazar olarak bütün bunları söylerim. Bir savcı da benimle aynı fikirde olabilir. Ama fikri ne olursa olsun, eğer mevcut yasalar devletin gizli operasyonlar yapmasına izin veriyorsa, bunları deşifre etmek üzere harekete geçemez.
Bu olayda savcının yaptığı budur; MİT Kanunu’nun değiştirilen 26. maddesini de ihlal ederek…
Önce bu maddeye bakalım:
“MİT mensuplarının (…) görevlerini yerine getirirken, görevin niteliğinden doğan veya görevin ifası sırasında işledikleri iddia olunan suçlardan dolayı (…) haklarında soruşturma yapılması Başbakan’ın iznine bağlıdır.”
Bu maddeyi alıp “26. madde, suç işleyen MİT personelinin soruşturulmasını izne bağlamış. TIR’ın aranmasını değil. MİT personelinin de TIR’la birlikte olması, MİT Kanunu’na göre savcının TIR’ı aramasını engellemez” diye yorumlamak, kusura bakmayın ama hukuki metinleri hukukçular dışında kimsenin anlayamayacağını sanmaktır.
O TIR yolda kendi başına mı gidiyordu? TIR’ın aranması, araçla birlikte bulunan MİT mensuplarının “görevlerini yerine getirirken” engellenmelerinden başka neydi?
26. maddenin temel amacı MİT’in görevini yaparken engellenmesinin önüne geçmektir; Başbakanlık izni bunun için getirilmiştir. Mantık sahibi hiçbir insan bu maddeyi, “Savcılar MİT operasyonlarını engelleyebilir ve deşifre edebilir, ama MİT mensupları hakkında Başbakan’dan izinsiz olarak soruşturma yapamaz” diye yorumlamaz.
Özetle, TIR olayı yargı içinde konuşlanmış aynı odağın, hükümeti dünya kamuoyunda zor duruma düşürmek amacıyla MİT’in gizli bir operasyonunu deşifre etme çabasıdır.
Üstelik bu defa, “Yasanın gereğini yapmak savcının görevidir, ihbar gelmiş, savcı da harekete geçmiş. Ne yapsaydı yani, görevini yapmasa mıydı” argümanının da işe yaramadığı bir durum var karşımızda.
Yani niyet kabak gibi ortada…
Bu yazı Bugün Gazetesi’nde yayınlanmıştır.