Bazı yazarlara göre, siyasî amaçlarla örgütlü olarak ve kesik kesik şiddet kullanılması demek olan terörün doğum yeri Fransa ve doğum tarihi 1789 Fransız Devrimi sonrası. Ondan önce de elbette siyasî amaçlı şiddet kullanılmıştı, fakat şiddetin bilinçli olarak siyaset aracı hâline getirilmesi Fransız Devrimi’nin yarattığı totaliter düşüncenin ürünü. Jakobenler siyasî muhaliflerini sindirmek, yok etmek ve toplumu terörize ederek ideal bir düzen yaratmak için şiddeti acımasızca kullandı. Terör daha sonra gelişti ve genişledi, yeni şekiller ve boyutlar kazandı. Bireysel olarak devlet adamlarına yöneltilen şiddetten örgütlü olarak kamu idaresine ve sivil vatandaşlara yönelen şiddete kadar birçok türü ortaya çıktı. Son saldırı, ülkeyi paniğe itmeyi ve devleti cezalandırmayı isteyen ayrımsız terör örneği. Katilin öldürdüğü insanlarla şahsî bir meselesi yok. Ama devlete ve topluma bazı mesajlar vermek istiyor.
Terör çirkin ve gayri insanî bir şey. Şiddetin ahlâkı da elbette sorgulanabilir ama terördeki şiddet her yönüyle gayri insanî ve gayri ahlâkî. Terörün arkasında, anarşistler tarafından kullanılsa bile, mutlaka ama mutlaka bir felsefe yatar. Bu onu adi şiddet olaylarından ayıran şeydir. Yani teröristler adi şiddet kullanıcılarından farklı olarak şiddeti gayri şahsî amaçları için kullanırlar ve bunu bir şekilde meşrulaştırmaları gerekir. Bunun için ideolojiye, felsefeye başvururlar ve böylece kendilerini adi şiddet suçlularından farklılaştırmaya ve bir anlamda kutsallaştırmaya çalışırlar.
Tarihî tecrübeler terörle bir yere varmanın imkânsıza yakın olduğunu gösteriyor. Bu yüzden terör kendi başına bir amaç olarak ortaya çıkmaz. O bir araçtır ve başka araçlarla desteklenmeye çalışılır. Felsefe burada da devreye girer. Teröristler ve terör örgütleri arasındaki felsefî farklılıklar teröre ve teröristlere bakışı farklılaştırır. Bu, bazen insanlarda çifte standartlı bir duruşa sebep olur. Terörü bir ilke meselesi olarak kınamak yerine değerlendirmeyi yapanların ideolojik çizgisine yakın teröristler ve terör örgütleri aklanır, hatta doğrudan veya dolaylı yüceltilir. Böyle olmayanlarsa kınanır. Örnek verelim, bir kişi DEAŞ çizgisine yakınsa DEAŞ eylemlerini terör değil haklı bir savaş olarak görür ve yorumlar. Sözgelimi seküler bir örgütün saldırılarını ise terör olarak görür. Aynı şekilde PKK çizgisinde olan biri PKK saldırılarını terör olarak görmez. Onu mağduriyetten kaynaklanan haklı bir reaksiyon olarak adlandırır. Buna karşılık meselâ DEAŞ’ın tamamen aynı kalıptaki eylemlerini terör olarak görür.
Türkiye’de bu çifte standartlı davranışın izlerini görmek çok mümkün. Meselâ hem geleneksel hem de sosyal medyada PKK ve DHKP-C çizgisindeki terör eylemlerini terör olarak adlandırmayan ve bir şekilde mazur gösteren örnekler bulmak zor değil. Söz gelimi geçenlerde tutuklanan bir “gazeteci” bir savcının katledilmesi olayını güya –büyük bir ihtimalle sahte, yani kendisinin uyduruğu- bir röportajla teröristlerin ağzından “bu yöntemi kullanmaya mecbur bırakıldık” sözleriyle aklamıştı. Mecbur bırakılmak otomatikman mazur olmayı çağrıştırıyor. DEAŞ terörüne benzer şekilde bakanlara örneğin sosyal medyada rastlıyoruz. Yayın organlarını takip etmiyorum ama oralarda da DEAŞ eylemlerinin haklı mücadelede bir kahramanlık olarak yorumlandığından kuşkum yok.
Terör, yani seçilen kişilere ve tesadüfî kurbanlara karşı şiddet kullanmak kendi başına asla sonuç alamayacak bir yol. Teröristler bunu bildiği için eylemlerinin yankılarına büyük önem verir. Başka bir deyişle terörün amacına ne kadar ulaşma şansı olduğunu bir bakıma ona gösterilen tepki belirler. Bu yüzden, daha önce de yazdığım gibi, teröristler tiyatrocu gibi geri çekilip saldırılarının yansımalarını, yankılarını görmeye çalışır.
Böyle alçakça saldırılar oldukça, masum insanlar katledildikçe hâliyle çok üzülüyoruz, kızıyoruz, öfkeleniyoruz. Haklıyız. Ancak, tepkisel davranışlarla terörle savaşa katkıda bulunamayız. Daha dikkatli ve bilinçli olmalıyız. Bu çerçevede yapılacak şeyler şunlar olmalı: Her şeyden önce ülke teröre karşı istihbarat, saldırıları önleme, failleri hızla yakalama ve etkisiz hâle getirme doğrultusunda daha dikkatli ve gayretli olmalı. Buna şüphe yok. Ancak, ülke rutinini bozmamalı. Daha önceden hesapladığı ve belirlediği çizginin dışına çıkmamalı. Bireyler de öfkeye kapılıp çeşitli toplum kesimlerini taciz edecek davranışlara girmemeli. Bu teröristleri çok sevindirir. Bu çerçevede meselâ siyasî kadroların değişmesinin terörü bitireceği beklentisi bir hayaldir. Kamu görevlileri ve politikacılar elbette sorgulanmalı ve onlar da kendi kendini sorgulamalı ama hem memurlara hem de politikacılara desteksiz atışlar terörün yöntem olarak etkinliğini artırır ve daha çok terör saldırısını çağırır.
Hiçbir ülkede terör sıfırlanamaz. Umudumuz terörü olabildiğince azaltmak olabilir. Özellikle insanların toplanma yerlerinin artması ve çeşitlenmesiyle, toplumsal hayatın sinir noktalarının oluşması ve çoğalmasıyla modern hayat teröristlere yeni hedefler sunuyor.
Terör sonunda ülkeye yönelik bir saldırıdır ve mutlaka toplum olarak cevaplandırılmalıdır. Başka bir deyişle terörün mantığına test edilmiş ve doğrulanmış teröre karşı mantıkla cevap verilmelidir.
Ayrıca Türkiye yoğun bir uluslararası işbirliği aramalıdır. Tüm ülkeleri buna teşvik etmeli, işbirliğine yanaşmayan devletleri teşhir etmelidir.