Ölümün her insanın kaçınılmaz sonu/kaderi/menzili olduğu her kültürde değişik sözlerle anlatılır. ”Ölümden öte yol yoktur” , ”Kimse ölümden kaçamaz” gibi ifadeler bunun örnekleri. Ölüm her insan açısından aynı sona ulaşma anlamına gelir ama ölümler arasında ayrım da yapılır. Çocuk/genç ölümüyle yaşlı ölümü, fakirin ölümüyle zenginin ölümü, masumun ölümüyle zalimin ölümü, iyinin ölümüyle kötünün ölümü arasında yapılan ayrımlar bize bu konuda bir fikir verebilir.
Halk içinde bir de acılı/sancılı ölüm ve kolay/temiz ölüm ayrımı dikkat çeker. ”Ölüm ölümdür ha öyle gelmiş ha böyle” demek büyük laf etmektir. Bu iki tür ölümleri yakından gözlemlemiş olanlar aradaki büyük farkı kolayca görebilir. Yıllarca ağır hastalıklarla boğuşan, yatağa bağlı ve başkalarına bağımlı kalan, yakınları olmadığı veya ilgilenmediği için aciz, sefil, utandırıcı durumlara düşen insanlar bunu çok iyi bilir. Halk dilinde ”temiz ölüm” kavramı bu yüzden gelişmiştir. Benzer bir söz, ”üç gün yatak, dördüncü gün toprak” tır. Bununla kastedilen çok aciz duruma düşmeden ve başkalarına bağımlı yıllar yaşamadan hayata veda etmektir.
Somut olaylarla meramımı daha iyi gösterebilirim. 14 Şubat Sevgililer Günü’nde yaşlı bir çift öldü. Doksan üç yaşındaki Mustafa Özbay sabah uyandı ve salona geçip oturdu. Bir süre sonra yanına gelen eşi, yine 93 yaşındaki Hatice Özbay, Mustafa Bey’in hareket etmediğini görünce paniğe kapıldı. Kapıya fırlayıp çığlık attı ve yere düşüp hareketsiz kaldı. Edirne Havsa’da gerçekleşen bu vakaların ardından Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde yapılan otopside karı-koca Özbay’ın kalp krizi sonucu öldüğü anlaşıldı. İşte ”temiz ölüm” denen şey bu. Yatağa bağlı ve başkalarına bağımlı kalmayan, vücut bütünlüğüne zarar vermeyen, arkasından hiç kimseyi “gençliğini yaşayamadı”, “gün görmedi” diye üzmeyen, aniden gelen ölüm.
Bir başka temiz ölüm değerli fikirdaşım, kıymetli fikir adamı Kâzım Berzeg’in vefatıydı. Kâzım Bey’in ölümüne çok üzüldüm, ama temiz bir ölümle bu dünyadan ayrılmasının da kendisine, ailesine, yakınlarına ve sevenlerine Allah’ın bir lütfu olduğunu düşündüm. Kâzım Bey gerçi 2003’te bir kalp ameliyatı geçirmişti ama vefatı hiç kimsenin beklemediği bir anda vuku buldu. Bir pazar sabahı, neşeli bir aile kahvaltısından sonra, günlük gazete alma yolundayken eceli onu yakaladı. Bedenini ve zihnini işlemez hâle getiren hastalıklarla mücadele etmek zorunda kalmadan dünyadan göçtü. Allah Kâzım Beye de, yazıda bahsettiğim Mustafa Beye ve Hatice Hanıma da rahmet eylesin.
Temiz ölüm yaşını başını almış, dopdolu ömür geçirmiş tüm insanların imrenebileceği, gıpta edebileceği bir hadise. Ne var ki, her insan temiz ölümü yaşayacak kadar talihli olmuyor. İşte bu ve benzeri meseleler bizi derin dinî, ahlâkî, felsefî, siyasî ve hukukî tartışmalara itiyor. Tartışılan konuların en önemlilerinden biri, ötenazi. Ağır hasta, yaşamasının anlamsız olduğunu düşünen, ama kendini öldüremeyecek kadar bedensel güçten ve yetenekten mahrum kimselerin başkalarının yardımıyla ölmesinin bir hak olup olmadığı şiddetli tartışmalara yol açıyor. Kimisi ötenazinin bir hak olduğunu, kimileri de asla bir hak olarak düşünülemeyeceğini ileri sürüyor.
Ötenaziyle ilgili tartışmaları siyasilerin ve kanun yapma mercii olarak yasama organlarının omuzuna yıkmak anlamsız ve yararsız. Konunun öncelikle dinî, ahlâkî ve felsefî olarak tartışılması lâzım. Ancak, bu tartışmanın herkesin mutabık kalacağı bir çözüm üretme şansı yok. Bu tür problemler insanlık yaşadıkça var olmaya devam edecektir. Biz fani insanların yapabileceği ise, çoğu zaman, vakti saati gelince, kendimiz ve yakınlarımız için “temiz ölümü” temenni etmekten, (inananlar için) Allah’tan dilemekten daha fazlası değil.
Yeni Yüzyıl, 01.03.2016
http://www.gazeteyeniyuzyil.com/makale/temiz-olum-ve-otenazi-1504