Medyadaki, seçim tartışmalarından sonra acaba ne öğrendik diye düşündüğümüzde, çoğu zaman bir şeyler saymakta zorlanıyoruz. Tartışma konularındaki bilgi ve yaklaşımları hiç değerlendirmeden, sadece başlangıçtaki pozisyonunu dayatmak veya savunmak adına girilen tartışmalar yıpratıcı oluyor. Mesela bir kanun tartışılırken muhataplarınızın bırakın kanunun müzakerelerini, kanun metnini dahi görmemiş olduğunu anlamak tartışmayı manasızlaşıyor. Medya ne yazık ki bu bilgisizliğin yaptırımı olmadığı, hatta bazen polemik adına ödüllendirildiği bir zemine dönüşmüş durumda. Bu medyanın daha sonra kalkıp kutuplaşmadan şikâyet etmesinin samimi bulunmaması, bir bakımdan haklıdır.
Cemil Meriç “milletimizin ve devletimizin içinde bulunduğu yakın tehlikeler nelerdir?” sorusuna, en büyük tehlike anlaşamamaktır diye cevap veriyor.
“En büyük tehlike: anlaşamamak. Herkes bir adaya sürgün. Ve adacıklar arasında köprü yok. Kendi kendine konuşan kırk milyon Robinson. Ve idrakın boğazına sarılan sloganlar. Toplumun yerine namlular konuşuyor. Yaşamak istiyorsak, önce bu kördöğüşüne son vermeliyiz.”
Tehlike Robinsonlaşma
Meriç Platon’un mağarası yerine, bu sefer ada diyor ve meseleyi birbiriyle konuşmayan adada yalnız yaşamaya mahkum Robinsonlaşan vatandaşlarda görüyor. Konuşmayı ve aklın çalışmasını engelleyen sloganlara dikkat çekiyor. Bir grubu, bir fikri veya bir örgütü değil de, anlaşamamayı tehdit olarak görmek insana, söze ve anlaşamaya duyulan iyimserliği yansıtıyor. Bu iyimserlik, kamuoyunun oluşumuna duyulan ihtiyacı dile getiriyor. Aslında bu ihtiyaç iki yüzyıllık Türk modernleşmesinin hedefidir. Konuşmak, yazmak ve münakaşa ise ancak hürriyet ve demokrasi mümkün olabilecektir.
İki yüzyıldır bunu başaramayan bütün taraflar, mağlup olmuşlar ve birbirlerine düşmüşlerdir. Halbuki tıpkı yenilen bir ordu gibi, bir bayrağın altında toplanmak gerekir. Makyavel’in söylediği gibi bayrağa dönmek gerekiyor.
“Bir ordunun maneviyatı bozulup darmadağın olmaya başladığında kurtuluş yolu birdir, ‘Ritornare al segno’, yani ‘bayrağa dönmek’, bayrağın dalgalandığı yere sığınmak, dağılmış savaşçıları işaretin altında toparlamak…”
Meriç, iki yüzyıllık bu tecrübenin bütün taraflar için mağlubiyetle sonuçlandığı kargaşa ve anomi ortamından çıkış için, bu ülkeyi herkesi birleşilecek bir bayrağın altına çağırmaktadır.
Buradaki bayrak, entellektüeller olunca bildiğimiz bayrağın ötesinde bir değerle tanımlanmalıdır. Meriç’in bütün eserleri bu müşterek değerin ve bayrağın inşa edilmesine yöneliktir. Manifestosu sayılabilecek Bu Ülke kitabı, adeta bu bayrağı temsil etmektedir. Meriç, bu kitabında adeta şahsi macerasıyla ülkenin macerasını meczederek anlatır. Bu arayış, Şevket Süreyya Aydemir’in Suyu Arayan Adam kitabı gibi bir nesli anlatır. Meriç taassup, ideoloji ve slogan düşmanlarına karşı yenilen ve mağaralarına, adalarına çekilen Robinsonları, kültür ve medeniyet zemininde birbirleriyle konuşabilecekleri ve tartışabilecekleri bir ülke kurmaya çağırıyor.
Tartışmayı Kaybeden Kazanır
Bütün bunların olabilmesi için herkesin bildiklerini öğretmeye ve bilmediklerini öğrenmeye açık bir zihne sahip olabilmesi gerekir. Bunun için girilecek tartışmada mağlup olmayı hazzetmeli ve bunun hakikati beraberce arayan kişilerin yardımlaşması olarak görmelidir. Cemil Meriç ile başladık, onunla bitirelim.
“Münakaşada zafer, mağlup olanındır. Yenilmek zenginleşmektir. Bilmediğinizi öğreneceksiniz ve ego denen köpek havlamayacak. İnsan yardımcısına nasıl kızar? Cemiyetle beraber hakikatler de gelişir. Tek tehlike bunu kavramamak. Ben herhangi bir tarikatın sözcüsü değilim. Yani ilan edecek bir formülüm yok. Derslerimde de, konuşmalarımda da tekrarladığım ve darağacına kadar tekrarlayacağım tek hakikat: her düşünceye saygı.”
Bakalım ne zaman seçimlerden, tartışmalardan sonra rakibinden bir şeyleri öğrendiğini itiraf edebilecek olgunluğa ulaşabileceğiz.
Yeni Yüzyıl, 10.12.2015
http://xn--yeniyzyl-b6a64c.com.tr/makale/tartismada-zafer-maglup-olanindir-393