Hegel’in tarih felsefesinin bize öğrettiği bir düstur var. Der ki Hegel: “Tecrübe ve tarih öğretir ki, insanlar ve devletler asla tarihten ders almazlar ya da ondan çıkan ilkelere göre hareket etmezler.”
Maalesef, öyle. Her toplumun tarih boyunca büyük bir birikimi olur. Her dönemde, yeni sorunların yanında, eski ve benzer sorunlarla da yüz yüze gelir. Aslında yapmaları gereken basittir: Düne dönüp bakmak; yanlışlarını ve doğrularını tespit etmek. Nelerin çözüme yaklaştırdığını, nelerin ise sorunu büyüttüğünü görmek. Böylelikle faydayı azami kılacak ve zararı asgariye düşürecek bir yol haritası tanzim etmek.
Lakin kâğıt üzerinde son derece basit gözüken bu tavır genelde gerçek hayata aktarılmaz. Geçmişten pek ders çıkarılmaz.Rüzgâr ters yönden estiğinde, bu kez arzu edilen sonucun kazanılacağı beklentisiyle, geçmişte herhangi bir derde deva olmadığı görülen yol ve yöntemlere bir kez daha müracaat edilir. Sonuç, hayal kırıklığı olur.
Diğer toplumlardan bir farkımız yok. Biz de tarihten payımıza düşeni almıyor, ondan gerekli dersleri çıkarmıyoruz. Kürt meselesi, bunun maalesef en kanlı misali. Dünden bugüne aktardığımız ve böyle giderse yarına da bırakacağımız bu meselenin tarihinin bize öğrettiği birçok ders var. İki tanesine değineyim:
“Türklük Dairesi”
İlki, bu etno-politik bir sorundur. Meselenin kökeninde, Cumhuriyet’in Kurtuluş Savaşı’nda hâkim olan “birleştirici yurtseverlik anlayışı” yerine “etnik milliyetçi bir anlayışı” geçirmesi yatar. Devlet, ısrarla ve inatla bu ayrımcı ve dışlayıcı siyaseti takip etti. Kürtlerden “Türklük dairesinin içine girmelerini” talep etti. Buna mukabil Kürtler, Türklük dairesine hapsolmayı reddettiler. Baskı, inkâr ve asimilasyona dayalı devlet politikasına bazen siyasetle, bazen de şiddetle itiraz ettiler.
İkincisi, politik bir yaradan silahlı bir hareket neşet eder ve bu hareket belirli bir toplumsal desteğe erişirse, çözüm de politik olur. Kural, budur. Kimi zaman çatışma şiddetiyle göz gözü görmez ve çözümün siyasette olduğu unutulur.Taraflar birbirlerine pejoratif kavramları layık görür ve bunları kamusal dolaşıma sokarlar. Ama eni-sonu taraflar temasa geçerler. Zira çözüm, kaçınılmaz bir şekilde, diyalogu ve müzakereyi içerir.
Çözümsüzlük Döngüsü
Kürt meselesi halen politik bir mesele. Elbette, Cumhuriyet’in kuruluş dönemindeki veya 12 Eylül Darbesinden sonraki şartlar yok. Ortam da değişti aktörler de. Fakat dört önemli sorun alanı var:
- Kamu yönetiminin düzeni/âdem-i merkeziyetin inşası,
- Kültürel ve dilsel çoğulculuk,
- Siyaset sahasının genişletilmesi ve
- PKK’nin silahsızlandırılması.
Bunların tamamı siyaseti ilgilendirir. Zaten mesele de bu yüzden politiktir. Beri yanda, konjonktüre bağlı olarak artsa ve azalsa da, PKK göz ardı edilemez bir toplumsal desteğe sahip.
O halde çözüm politikadadır. Devlet de, PKK de artık geçmişten gerekli dersleri çıkarmalı. Her ikisi de şiddetle veya asayişle de kat edilecek bir mesafenin olmadığını görmeli. Mesailerini politik bir perspektif geliştirmeye harcamalı.
Demokratik çözüme taraftar olanlar da, PKK’ye şiddeti terk etmeye, devleti de demokratikleşmeye hız vermeye çağırmalı. Konuşmanın ve siyasetin önünün açılması için taraflara telkin ve tazyik de bulunmalı. Süreç kesildi diye bunları yapmaktan kaçınılmamalı, tersine daha fazla aksine daha fazla talepkar olunmalı. Jonathan Powell’a kulak vermekte fayda var: “Bir çatışma Kürt meselesinde olduğu gibi, onyıllarca sürmüşse, çözümün birden çok girişim gerektirmesi muhtemeldir. Geçmişte çözüm bulunmamış olması, çözümlenemez olduğu değil, yalnızca daha fazla çaba gösterilmesi gerektiği anlamına gelir.”
Konuşmaya dönmek ve siyasetle ilerlemek konusunda ısrar edilmeli. Aksi takdirde çözümsüzlük döngüsünden çıkılmaz. Ve bu döngü giderek daha fazla maliyet yaratıp kendini tekrar eder. Tarih öyle diyor!
Yeni Yüzyıl, 13.04.2016
http://www.gazeteyeniyuzyil.com/makale/tarihten-ders-almak-1981