Keşke Suriye’deki muhalefet daha baştan Mısır’da İhvan’ın izlediği barışçı demokratik mücadele yolunu izleyebilseydi; Esed’in sert tutumu karşısında bu kadar çabuk silaha sarılma yerine, daha sabırlı olup diktatörü kitlelerin gücüyle geriletme çizgisinde diretebilseydi…
Keşke Türkiye de muhtemelen Esed’in gücünün aşırı küçümsenmesinden kaynaklanan bir değerlendirme hatasıyla, “bu işin birkaç ayda biteceği” varsayımı üzerine kurulu, aşırı agresif ve aşırı angaje bir politika izlemeseydi. Bu kadar “askeri çözümcü” olmasaydı…
Suriye’deki tablonun “tek başına kalmış bir diktatörle bütün Suriye halkı arasında bir mücadele” tablosu olmadığı; Esed’in de bir kitle desteği bulunduğu; işin içine silah karışınca ortaya bir iç savaş manzarası çıkmasının kaçınılmaz olduğu görülebilseydi…
Komşudan canhıraş çığlıklar yükselirken
Ama şu anda bütün bu keşkelerin bir faydası yok… İşlerin geldiği noktada durumumuz şu:
Kapı komşumuzun evinden canhıraş çığlıklar yükseliyor. Canavar koca almış eline bıçağı çoluğunu çocuğunu doğruyor.
Böyle bir durumda insani reflekslerimiz bize, kapıyı kırıp bıçağı adamın elinden almaktan ve sağ kalanları kurtarmaya çalışmaktan başka bir yol bırakmıyor. O adama müdahale etmeli, evinin mahremiyetinin ona özgürce cinayet işleme hakkı vermediğini anlamasını, bir daha bıçağı eline almadan önce bizden korkmasını sağlamalıyız.
Ama bunu yaparken bile, bir ilkeyi aklımızdan çıkarmamalıyız:
Acil durumda eve girip sağ kalanların canını kurtarmak bize girdiğimiz evde yaşayan ailenin sorunlarını “çözmeye” kalkma, bundan sonraki ilişkilerini düzenleme hakkı vermez.
Bunu hem zaten yapamayız hem de yapmaya kalkmamalıyız.
O yüzden de, şu anda Suriye’ye yönelik uluslararası müdahale hazırlıklarına bakıp, “Bunların amaçları Esed’i devirmek değil, korkutmak” diyenlere, bunun “göstermelik” ya da “yarım yamalak bir müdahale” olacağını söyleyerek eleştirenlere hiç katılmıyorum.
Zira, “yarım yamalak” kalmayan, yani Esed’i yıkıp onun yerine geçecek iktidarı belirleyen bir dış müdahale, “insani müdahale” kavramının istismarından ve fırsatçılıktan başka bir şey değildir.
Benim gözümde, şu anda hazırlanmakta olan müdahale istenen bir müdahale değil, mecburen yapılan bir müdahaledir ve bu istenmeyen durumu “kabul edilebilir” kılan en önemli nokta, müdahaleye hazırlananların daha baştan bu operasyonun bir işgale dönüşmeyeceğini, Suriye’de mevcut rejimi yıkıp yeni bir rejim kurmak gibi bir amacı olmadığını; tek amacının halkına karşı kimyasal silah kullanan bir zalimi durdurmak ve haddini bildirmek olduğunu deklare etmiş olmalarıdır.
Müzakereye şans vermek
Esed’e, bu dünyanın “köpeksiz köyde değneksiz gezebileceği bir yer” olmadığını gösterdikten hemen sonra yapılması gereken şey ise müzakereye şans vermek, Cenevre görüşmelerini yeniden başlatmak, iki yıldır süren şiddet yüzünden artık kendi inisiyatifleriyle diyaloğa geçmesi imkânsız hale gelen tarafların yeniden konuşabilir ve müzakere edebilir hale gelmesi için aracı olmaktır.
Kanın bir an önce durmasını her şeyden çok önemsediğini söyleyen Türkiye’nin, kanı geçici olarak da olsa durdurma ihtimali olan bir “ateşkes ve müzakere” opsiyonunu reddetmesi tutarlı olmayacağı gibi, bu görüşmelere “Esedsiz bir Suriye” önkoşulu koymaya kalkması da doğru olmaz.
Zira böyle bir önkoşul halkın iradesine ipotek koyma anlamını taşır. Uluslararası kamuoyunun hedefi, Suriye halkının farklı kesimlerinin özgür iradesinin ortaya çıkabileceği, müzakere ve uzlaşmalar yapabileceği şiddetten arındırılmış bir ortamın tesis edilmesi olabilir ancak.
Bu yazı Bugün Gazetesi‘nde yayınlanmıştır.