Günümüz rekabetçi iş ortamında hükümetler ve özel sektör artan bir şekilde, ülkelerinin refahına katkıda bulunmaları, istihdam ve zenginlik yaratmaları, yoksulluk ve sağlık sorunlarına çözüm bulmaları, teknolojik yenilik geliştirmeleri ve çağın gereklerine uygun mezunlar yetiştirmeleri için üniversitelerini teşvik ediyorlar.
Üniversitelerin tüm bu beklentileri, mali yükleri arttırmadan, finansal çözümler geliştirerek karşılaması gerekiyor. Artık, geleneksel görevleri olan eğitim ve araştırmaya ilave olarak ekonomik kalkınmanın sürdürülmesi ve ilerletilmesine hizmet etmek üniversitelerin yeni bir görevi haline geldi.
Araştırmaların ticarileştirilmesi, yenilikçi ürünlere dönüştürülmesi, yeni patentler- lisanslar üretilmesi, sanayiye ve iş dünyasına yönelik danışmanlık, üniversite tabanlı ileri teknoloji şirketlerinin (spin-off) ve yeni girişimci şirketlerin (startup) kurulması, girişimcilik programlarıyla yeni girişimciler yetiştirilmesi bu yeni görevin gerekleri haline gelmiştir.
Üniversiteler artık ulusal ve küresel ekonomiyi şekillendiren anahtar bir aktör haline geldi. “Girişimci Üniversite” kavramı giderek hayatımızın bir parçası olmaya başladı. “Bu bir Akademik kapitalizmdir!
Geleneksel akademik ilgi piyasa güçlerine yenilmiştir! Yüksek öğretim entellektüel bir fast food haline dönüşmektedir! Bu durum toplumun ihtiyaçlarına hizmet etmeyecektir!” şeklinde eleştiriler olsa da piyasanın gereksinimlerinin insanların gereksinimleri olduğunu, asıl karar vericinin insanlar olduğunu da unutmamak lazım gelir.
Piyasalardan ve ekonomiden bihaber, insan ihtiyaçlarından kopuk, iş dünyası ve sanayiye arkasını dönmüş, içine kapalı, aşırı bürokratik üniversiteler küresel yarışta geride kaldıkları gibi ülkelerini de yanlarına çekiyorlar.
Bu yıl yine dünyanın en girişimci üniversiteleri sıralamasında Stanford Üniversitesi birinci oldu. 1885 yılında kurulan Stanford başlangıçta, 1636’da kurulan Harvard gibi üniversiteler karşısında ikinci sınıf bir mühendislik okulu olarak kabul ediliyordu. O yıllarda, dünyanın en girişimci üniversitesine ve küresel bir girişim ve inovasyon merkezine dönüşeceğini sanırım kimse tahmin edemezdi.
Stanford teknolojik yenilikleri ve girişimciliği odağına almış bir üniversite. Amacı başlangıçtan bugüne akademik sıralamanın ötesinde yeni girişimciler ve yeni şirketler yaratmak olmuş. Yakın komşusu Silikon Vadisiyle sıkı bir etkileşim içinde. Girişimci yetiştiriyor. Bir “milyarder fabrikası”.
En büyük rakibi Harvard Üniversitesi sekiz ABD Başkanı çıkarmakla övünüyorken, Stanford sadece bir başkan (Herbert Hoover) yetiştirmiş. Ama mezunlarının kurduğu şirketler, küresel düzeyde Harvard mezunu ABD Başkanlarından çok daha fazla tanınıyor. Bir kısmını sayalım: Yahoo, Google, Tesla, Nike, YouTube, Gap, LinkedIn, Hewlett Packard, Cisco, VMware, Sun MicroSystems, Intel, Netflix, Paypal, Electronic Arts, Trader Joe’s, Mozilla Firefox, TechCrunch diye devam ediyor liste.
Charles E. Eesley ve William F. Miller, Stanford Üniversitesi’nin yenilikçilik ve girişimcilik sayesinde yarattığı ekonomik etkiyi analiz etmişler. Bulguları yukarıda söylenenleri doğruluyor. Kökenleri Stanford’a uzanan ve hâlâ faaliyetini sürdürmekte olan 39 bin 900 şirket olduğu, bu şirketlerin yaklaşık 5,4 milyon kişiye istihdam sağladığı ve dünya genelinde yılda 2,7 trilyon Dolar gelir ürettiği tahmin ediliyor.
Bunu biraz daha açayım. Yani Stanford mezunları ve kurdukları bu şirketler toplu olarak bağımsız bir devlet oluşturmuş olsaydı ve bu devlete “Stanford Cumhuriyeti” adı verilseydi, bu devlet, dünyanın 10’uncu en büyük ekonomisi olacaktı. Yaşayan 30 dolar milyarderi, 20 Nobel ödüllü bilim adamı, 16 astronotu olan bir Stanford Cumhuriyeti.
Yeni Yüzyıl, 24.12.2015