Sorunumuz Tek Parti Dönemi Değil Tek Parti Kültürü

Başbakan Tayyip Erdoğan sık sık, 70 yıl öncesine dönerek,  tek parti dönemini, daha doğrusu İnönü dönemini tartışma konusu yapıyor. AKP’li siyasetçiler ikide bir 70 yıl öncesine dönerek siyaset yapmayı nedense çok anlamlı buluyorlar.

Türkiye’nin tek parti dönemi 23 yıl sürdü. Bu dönem kâğıt üzerinde 1946’da, fiilen de 14 Mayıs 1950’de sona erdi.

On bir yıldır ülkeyi yöneten siyasetçilerin bugünkü sorunlarımızın sebebini 70 yıl öncesinde aramaya hiç hakları yoktur. On bir yıl bir ülke yönetiminde çok uzun bir süredir. Bir türlü etkisi altından çıkamadığımız Atatürk dönemi sadece 15 yıl sürmüştür. Süleyman Demirel’in Türk siyasetinde söz sahibi olduğu dönemden daha kısadır. İsmet İnönü’nün ülkeyi şeflik döneminden çok partili döneme geçirdiği dönem de bundan kısadır. Demir perde çöktüğünde sıfır demokrasiye sahip, Polonya, Romanya, Macaristan, Bulgaristan gibi ülkelerin birinci sınıf demokrasiye geçişi çok daha kısa bir zamanda gerçekleşmiştir.

AKP iktidara geldiğinde Türkiye “yarı demokrat” bir ülke idi, aradan 11 yıl geçti Türkiye hala “yarı demokrat” bir ülke…

Tek Parti Kültürüyle Çok Partili Hayat

Tek parti kültürü sadece tek parti döneminin bir ürünü değildir, bu kültür çok partili dönemde de geliştirildi ve yeniden üretildi. Mesela, Anıtkabir çok partili dönemde yapıldı ve Anıtkabir ziyaretleri bu dönemde devlet geleneği haline geldi.

Çok partili hayata geçince fikir hayatımızda fazla bir zenginleşme olmadı. Tek partinin ilkelerini bir parti yerine, bütün partiler savunmaya başladılar. Tek partinin yaptığı Anayasa değişmedi, tek partinin bütün ilkeleri yeni partiler tarafından da benimsendi.

Bu kültürün asıl gelişmesi de 1960’tan sonraki darbeler döneminde oldu. Ama suçu darbecilere atıp kurtulamayız. Araya giren sivil politikacılar bu kültürün yerleşmesine katkıda hiç de darbecilerden geride kalmamışlardır. 

Başbakan Tayyip Erdoğan ülkede demokrasinin gelişmesine katkısı olan devlet büyüklerini sayarken, Menderes, Özal ve Erbakan’ın isimlerini andı. Aslında adını andığı liderler ülkedeki demokratik gelişmenin öznesi değil nesnesi idiler; ülkedeki demokratik gelişmenin bir ürünü idiler. Asıl özne demokrasi talebinde bulunan ve demokrasinin üretimine kendiliğinden katılan halktı. Menderes, Demirel ve Erbakan’ın demokrasinin gelişmesine fazla bir katkıları olmadı. Turgut Özal, adeta Türkiye’ye çağ atlattı, ama demokrasi için kalıcı bir şeyler yapamadı. CHP’li politikacılar ise zaten tek parti rejiminin taşıyıcıları idiler. 

Kutsal ve Her Şeye Muktedir Devlet

AKP’li siyasetçiler de, diğer siyasetçiler gibi hakim siyasi kültürümüzün bir ürünü. Onlar da diğerleri gibi sabahları ant içerek yetiştiler. Aldıkları eğitime ve edindikleri kültüre göre, onlar için de devlet halk tarafından oluşturulan ve halka hizmet veren basit bir hizmet ünitesi değil, kutsal bir kurumdur, sembolleri de kutsaldır. 

2008 yılında Washington’daki G-20 zirvesi öncesi aile fotoğrafı çektiriliyor. Her liderin yeri önceden üzerinde o ülkesinin bayrağı olan küçük bir plaketle belirtilmiş. G-20’ye katılan bütün liderler ülkelerinin bayrağıyla işaretlenmiş plaketlerin üzerinde yerlerini alırken, Başbakanı Erdoğan üzerine basmamak için yere yapıştırılmış Türk bayrağını sökerek çıkardı ve cebine koydu. Aynı olay sonraki yıllarda yapılan toplantılarda da tekrarlandı.

Bu kültürün sağcısı için de solcusu için de, laikçisi için de dincisi için de devlet kadiri mutlaktır; halka yoktan bir şeyler veren, ayrıca halkı eğiten, halka doğruyu yanlışı öğreten, halkı terbiye eden bir kurumdur. Devlet isterse zorla kadınların başını açar, içki içmeyi yasaklar, filmlerdeki içki şişelerini karartır,  futbol maçlarında İstiklal Marşı söyletir, AVM’lere mescit açma zorunluluğu getirir, ekmeğin gramajını belirler, rakıya, sigaraya zam yapar, yoğurda narh koyar, dershaneleri kapatır, istediği üründen istediği vergiyi alır…

 Tek Parti Kültürüyle Parti Mitingi  

Tek parti döneminde devlet ile siyasi iktidar özdeşleşmişti, bu sebeple devletin valileri aynı zamanda tek partinin illerdeki temsilcileri idiler. Çok partili hayata geçerken en azından bu uygulamaya da son verilmişti.

4 Ekim 2013 tarihli Milliyet gazetesinde T.C. Adana Valiliği’nin ilanını görünce, yanıldığımı düşünmeye başladım. Adana Valiliği’nin verdiği yarım sayfalık ilanda, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Adana’da yapacağı törenin duyurusu yapılıyor ve Adana halkı bu törene davet ediliyordu.

Adı “toplu temel atma ve açılış töreni” olsa da bu bir AKP mitingi idi. Törenin yapıldığı İstasyon Meydanı’nın temeli atılan ve açılışı yapılan yerlerle bir ilişkisi yoktu. Başbakanın törende yaptığı konuşma da tamamen politikti.

Bu çeşit törenlerin siyasi amaçlarla kullanılmasının yabancısı değiliz. Doğru olan, bu çeşit siyasi toplantıları partilerin organize emesi, duyuruları partilerin yapması, kalabalıkları partilerin toplaması, devlet görevlilerinin bu çeşit faaliyetlerin dışında kalması idi…

Yanlış olan devletin ildeki valisinin gazeteye ilan vererek halka çağrı yapması idi…

Bu etkinliğe aslında Adana Valisinin gazete ilanıyla katkı sağlamasına da ihtiyaç yoktu. AKP örgütü mitingi halka duyurmak için gerekeni yapmış, şehrin her tarafına astığı afişlerle ve ilan panoları ile gerekli duyuruyu yapmıştı. Ayrıca televizyonlar ve yazılı basın, ilan almadan da bu bilgileri halka duyuruyordu.

İki hafta önce de, 4 yıldır varlığını pek hissetmediğimiz Çukurova Belediyesi de CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun mitingine halkı toplamak için bayağı hareketlenmişti. Bunun da adı parti mitingi değil “yeni belediye binasının açılış töreni” idi.  Ama CHP Genel Başkanı bildik siyasi konuşmalarından birini yapmıştı. Görevi kamuya hizmeti olan bir belediyenin imkânlarını parti genel başkanına miting hazırlamak için kullanması hoş olmasa da, sonuçta siyasi bir kimliğe sahip olan belediyenin bunu yapması yadırgadığımız bir şey değildi.

CHP Adana Milletvekili Turgay Develi’nin iddiası, eğer doğru ise, daha vahim… İddiaya göre Adana’nın Ceyhan İlçesi’ndeki Abdulkadirağa Cami İmamı Nazmi Söğüt, cuma hutbesinde cemaati, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Adana’da yapacağı mitinge davet ediyor. Dahası, söz konusu imam bu işi vali ve kaymakamının talimatıyla yaptığını söylüyor.

Ben siyasilerin din istismarı yapmasına karşı değilim. Ama siyasetin bu şekilde cami içerisine taşınması hiç de hoş bir şey değil. AKP gibi, derdini halka anlatmak için her imkana sahip olan bir partinin buna ihtiyacı da yok. Partiler cami cemaatini önemsiyorlarsa, duyurularını caminin çıkışında yapabilirler, ama caminin içerisinde değil…

 

 

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et