Bir tiyatrocu, heykeltıraş ya da ressam aynı zamanda iflah olmaz bir dolandırıcı olabilir.
Böyle bir insan dolandırıcılıktan tutuklanınca bunun adı “sanat düşmanlığı” mı olur? Bir edebiyatçı karısını öldürme şüphesiyle gözaltına alınınca, “Vay yazarları gözaltına alıyorlar, bunlar kültür düşmanı” mı dersiniz?
Şu anda Soner Yalçın ve Oda TV çalışanları hakkında yapılan tam da bu… Bir insan hem gazeteci hem de darbe örgütü üyesi olabilir. Ve o insan darbe örgütüne üyelik suçlamasıyla tutuklandı diye basın özgürlüğü zedelenmiş olmaz.
Ergenekon’un gönüllü avukatları bir zamanlar Tuncay Özkan ve Mustafa Balbay için yaptıklarını şimdi de Soner Yalçın için yapıyorlar. Sanki bu şahıslar gazetecilik faaliyetlerinden ötürü yargılanıyorlarmış gibi, etraflarında mesleki dayanışma adı altında koruyucu bir kalkan oluşturulmaya çalışılıyor.
Ben, Soner Yalçın ve arkadaşlarının gözaltına alınışından bu yana yeri göğü birbirine katan basın mensuplarına ve basın örgütlerine biraz temkinli gitmelerini öneririm. Önce biraz bekleyip anlamak lazım: Soner Yalçın tutuklanacak mı tutuklanmayacak mı; altı aylık takip raporlarında ne gibi delillere ulaşılmış; hakkında ne gibi suçlamalarla tutuklama mahkemesine sevk edilecek ve tutuklama mahkemesi bu delilleri ciddiye alıp tutuklama kararı alacak mı almayacak mı; tutuklayacaksa hangi maddelerden tutuklayacak?..
Bütün bunları görmeden “basın özgürlüğü elden gitti gidiyor” vaveylası koparmanın Soner Yalçın’a ve basın özgürlüğüne sahip çıkmaktan çok daha farklı amaçları olduğunu görmek pek zor değil.
Bildiğim kadarıyla Soner Yalçın şu anda hem darbe örgütü üyeliği şüphesiyle hem de yayın yoluyla halkı kin ve düşmanlığa tahrik iddiasıyla sorgulanıyor.
Bir kere suçlamanın ikinci bölümünü geçiniz.
Ben kimi yazarların aksine, Soner Yalçın’ın defalarca nefret suçu işlemiş, insanları hedef göstermiş, yazılarıyla birilerini suça azmettirmiş, halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmiş olmasını böyle apar topar gözaltına alınması, ev ve bürosunun didik didik aranması için geçerli sebep olarak görmüyorum.
Bunca yıllık yazı hayatımda, halkı kin ve düşmanlığa sevk etmek ya da suça azmettirmek denilen suçlamaların ne kadar sübjektif ve kötü kullanıma ne kadar açık olduğunu çok gördüm. Yıllar yılı “Türkiye’de devlet Kürtler’i asimile etmeye çalışıyor” dememiz bile halkı kin ve düşmanlığa sevk etmek sayıldı ve yargılandık. Bu maddenin ifade özgürlüğüne karşı çok sık başvurulan bir “çare” olarak kullanıldığını biliyoruz. “Nefret suçları” denilen kavrama zaten baştan karşı olduğumu yazılarımı takip edenler bilir. Eğer Yalçın başkalarının yazdıklarını tahrif etmiş, masum insanlara suç atmış ya da yalan haber yazmışsa, bu fiillerin karşılığı gözaltı ya da tutuklama değil, basın kanunu çerçevesinde dava açmaktır.
Soner Yalçın’ın yayın çizgisini biliyoruz. Bu kişinin darbeci olduğu, yayın çizgisinin de yargılanan darbecileri kurtarmak, davaları saptırmak ve Türkiye’nin askeri vesayetten kurtulma sürecini baltalamak üzerine kurulduğu herkesin malumu.
Biz bu çizgiyle kamuoyu önünde siyasi-ideolojik mücadele yapar, bu çizgiyi lanetler, bu çizgiyi savunanı vicdanlarda mahkûm ettirmeye çalışırız. Ama onun bu görüşleri yüzünden yargılanmasını savunamayız. Zira gerçek bir ifade özgürlüğü darbeciliği savunmayı da içermelidir. Bir insan parlamenter demokratik düzenin Türkiye’ye hayır getirmeyeceğine, bu ülkenin ancak ordu vesayetinde ilerleyebileceğine inanıyorsa bunu yazılarında dile getirebilmelidir. Yeter ki, somut olarak darbe girişiminde bulunmamış, darbecilerle organik bağ kurmamış olsun…
İşte bu yüzden bekleyelim, diyorum.
Eğer Soner Yalçın, darbeci yayın çizgisi yüzünden yargılanırsa ben kendi adıma bunu basın özgürlüğüne yapılmış bir saldırı olarak kabul eder ve karşı çıkarım.
Peki ya Ergenekon’la organik bağlantısı ortaya çıkarsa?
O zaman bugün, “basın özgürlüğü” diye vaveyla koparanlar ne yaparlar?
Onlar da, “örgütsel bağ ortaya çıkarsa susar oturur ve mahkemenin işini yapmasını bekleriz” diye söz verebilirler mi?
Bugün, 18.02.2011